"Beacuse, we are food for worms" Ölü Ozanlar Derneği
Bu söz, bir başlangıç ve bir sonun en çarpıcı ve hızlı akışını simgeliyor hepimiz için...
Daha farklı bir kültürden Ortadoğu'dan bir söz alalım;
"İnnâ lillâh ve İnnâ ileyhi Râciûn" bir ölünün ardından dile getirdiğimiz söz...
Her kültürün insan yaşamı üstüne çok mühim düşünceleri var, ortak fikirleri vazgeçilmez lakin. Bunlardan temel olanı ve dünya üstünde şüphe götürmez olanı "ölüm" ve sonun varlığıdır.
Her din ve inanışta "ölümden sonra" üzerine farklı bir bakış açısı olsa da bir ölümün var olduğu, bu sürece kadar dünya üstünde "görev" yerine getirmek, varoluş için bir "amaç" bulup ona hizmet etmek üzere yaşıyoruz.
Peki bu amaç nedir?
Herkes sorguluyor bunu, herkesin kendince fikri var. Ancak insan bir canlı, doğa üstünde varlığını bir kaç litre su, biraz şeker, yağ ve proteinin kendi içindeki tepkimeleri üzerinden ilerletiyor. Yani öncelikle doğada var oluyor, sonra varlığını sorgulayabiliyor.
Bu durumda biz bu amaç olgusuna nereden bakıyoruz?
1. Henüz "hayatta kalma çabası" içindeyiz, beynimiz bir sürüngen ya da kuştan farklı çalışmıyor iken sorgulasak; hayatın amacı varlığını sürdürmek olacak. En güzel örneği; 1900lü yılların yaşamı hatta daha gerisi, dünya üstünde salgın hastalıkların varlığı, kazalar ve vaad olan ömrün menopoz olabilmeye yetemediği dönemlerden bahsediyorum. İşte o zaman, tamamen "bilinçaltının" hakim olduğu, hayatta kalmak, çoğalmak ve geriye yaşama şansı yüksek bir döl bırakma felsefesi vardı.
2. Hayatta kalmak artık normal bir hal olunca, yaşam 70 yılı aşınca, yani günümüzde, bilim teknoloji, internet, sağlık, aşılar, gıdalar, mühendislik falan ilerledi. İşte o zaman durum değişti, sorgulama bilince geldi, hayattaki amaç "yaşamı sürdürmek" halini aldı. Yaşamı sürdürmek derken, yaşadığına değen bir ömür geçirmek, çalıştığına değer bir hayat sürmek. "Tüketmek" denilebilir belkide...
3. Tüm bunları aşan, hayatta kalan, hayatını sürdüren insan için, boşluğa düştüğü anda sorgulamaya başladığı şeye gelmek istiyorum. 1950'li yıllardan sonra, batıda biraz daha sorgulanmış, tarihin her noktasında ünlü bir kişinin satırları arasında kendini hissettiren bir durum.
Tarihin başına gidip Aristo'ya bakın, az daha ilerleyip Buda'ya bakın. Benim biraz daha iyi bildiğim Anadolu topraklarına gelince en güzel örneği olarak gördüğüm Şems ve Mevlena'ya bakın. Ya da 1960 yıllar sonrası hümanist felsefeden bir tık ileri gidip, dünyada yapabileceği her şeyi yapabilen bir insan haline gelince içine girilen "depresyonu" sorgulamaya başlayan insanların düşüncelerini anlamaya çalışın.
Durum çok basit;
Doğdunuz...
Yaşıyor ve sağlıklısınız, en azından stabilsiniz...
İşiniz var, eviniz oldu, araba tamam...
Evli ve çocuklusunuz, dünyaya izinizi bıraktınız....
Alabileceğiniz her şeyi, ihtiyacınızı karşılayabileceksiniz....
Zirveye geldiniz, o zaman neden hala buradasınız?
Yol ikiye ayrıldı, dahası var ve onun peşine kalan gücünüzü harcayıp gitmek yani "açgözlü" bir tavır ile yol almak bir seçenekte, durup buraya kadar olanları bir öğreti kabul edip, mezun olduğunuz hayat okulundan sonrasını sorgulamak ikinci seçenek...
Sonuçta hepimiz birer solucan yemi olarak emekli olacağız...