Zihin içinde bir dünyada, belki de hafıza sarayı içinde bir yeni odaya ihtiyacı olan insanlar için o odanın farklı bir döşemesini anlatmak üzeri geldim bugün.
Zihin sarayı, Sherlock gibi bir zekanın içinde kapıldı roman (dizi film) içinde bile büyük bir olay haline gelirken, dünya hafıza şampiyonları için önemli bir alan olmuştur. Legge ve arkadaşları tarafından yazılan bir makalede, anımsatıcı ve geri çağırıcı tekniklerin ailesel olarak gruplandırılması ile geliştirilmiş bu hafıza tekniğinden bahsedilmektedir.
Ben ise bu tekniğin bir başka noktasından bahsetmek istiyorum. Zihnimiz içinde yer alan kütüphaneden. En sevdiğin çizgi dizinin bile bir bölümünde geçen bu yapı, birilerinin dünyadaki her şeyi öğrenmek için kullandığı teknik olarak hayatımızın içinde yer almaktadır.
Alkol; önemli bir organik içecek olarak hayatımızın her yerinde var olan bir maddedir. Bu madde, solunum olayının doğal sonucu olarak meydana gelir. Doğada bazı bitkilerde yüksek oranda olmak üzere her gıda türü içinde mevcut olan bir maddedir.
Marula ağacı
Öncelikle Afrika'da var olan ve hayvanların önemli bir uğrağı olan marula ağaçlarının meydana getirdiği marula bitkisinden yani "Sclerocarya birrae" isimli canlıdan bahsetmek istiyorum. Sert yapılı fresh bir meyve veren bu ağaç Afrika savanlarında yetişmektedir. Özellikle Batı Afrika ve Madagaskar bölgesinde yer alan ağaçlardan orta boyda hayvanlar için aranan bir meyve yetişmektedir.
Bölgesel olarak öneme sahip olan bu bittik aslında bir kaç gün depo edilip fermantasyon sonrasında alkol üretiminde kullanılmaktadır. Alkol distile edildikten sonra bir de yağ elde edilerek bölgesel ekonomide önemli bir araç olarak görev almaktadır.
Peki ya savananın diğer misafirleri, onlar için ise öneli bir yemek gibi düşünülebilir. Bölgedeki zürafalar, gergedanlar, maymunlar ve filler için bu ağaçta yetişen meyveler önemli bir bir kahvaltı öğünü bile sayılabilir. Belli miktarda yedikten sonra etkinliği görülen bir hal almakta ve bunu bölgede çekilmiş videolarda görmekteyiz.
Bir diğer yandan alkol kültürel değeri olan ve günümüzde tüketimi devam eden bir üründür. Yapısı gereği beden içinde bir çok reaksiyonda yer alan, üretilen, harcanan bu madde aynı zamanda nörolojik etkileri ile sedatif bir yapı meydana getirmekte ve kötüye kullanıma neden olmaktadır.
Bu yazımda yakın dönemde yayınlanmış olan ve alkol ile kanserler arasındaki ilişkiyi inceleyen Kore kökenli bir kohort çalışmasının sonuçlarını paylaşmak istiyorum. Yoo ve arkadaşları tarafından gerçekleştirilen bu çalışmadan 4513746 yetişkin bireyin takibi gerçekleştirilmiştir. Bu kişilerde alkol ve kanser arasındaki ilişki üzerine yapılan incelemede katılımcıların yılda 7,7/1000 kişilik kısmının yıllık olarak kansere yakalandığı saptanmıştır. Bu kişilerin %37,2'sinin alkol ilişkili olduğu saptanmıştır.
Katılımcılar üzerinde yapılan karşılaştırmada, kullanılan alkolün dozu ile kansere yakalanma riski arasında bir ilişki olduğu saptanmıştır. Orta seviyede kullanan kişiler için bu oran 1,03 kat olarak bulunurken ağır kullanıcılarda bu oran 1,34 kat olarak glzlenmiştir. Buradan çıkartılacak en önemli sonuç orta ve ağır miktarda içicilerin alkol ilişkili bir kanser için risk teşkil eden grubun içine girecekleri yönünde. Bu kanserler ise sıklıkla baş boyun bölgesi, pankreas, rahim ağzı, safrakesesi, pankreaas, larinks kanserleri olarak tarif edilmiştir. En önemli ilişki ise özefagus kanserleri ile bulunmuş ve 3,66 kat risk teşkil ettiği gözlenmiştir.
Bu çalışmaya katılan 4,5 milyon kişi için ortalama yaş 53,6 olarak gözlenirken bu katılımcılar 2009 il 2011 yılları arasında çalışmaya dahil edilmiş ve ortalama olarak 6,4 senelik bir gözlem yapılmıştır.
Ünlü öykücünün farklı bir noktadan insan psikolojisini yakaladığı bir öykü olarak karşımızıa çıkıyor. Klasik bir arayış ve sonrasında gelişen yasak bir ilişki ve bunu fark eden bir sevgilinin kendi içindeki egoist cezasının bir insan ruhunu nasıl yıkıma götürdüğünün güzel bir anlatısı olarak gözümüzün önünde. Hayatta elde edilecek her şeyi elde eden ruhun, yeni arayışları yıkıma doğru götürür. Ancak bu kitapta bir denklemi çok net hissediyor insan; yakalanma korkusu ve ceza korkusu arasındaki farkı.
Yakalanmak, anlık bir olayı yaşama olasılığı içinde, her an ruha işkence çektiren bir durum, sonsuz bir ızdırap haline gelen korku şeklinde ruhu kemiriyor. Bir itirafın tümk bu yıkımı durdurabileceği yerde, bir patlama ve olayın açığa çıkması da aynı sonu getirebilmektedir. Diğer bir tarafta ise ne olduğundan bağımsız, nasıl olduğu ve sınırları belli olan bir cezanın korkusu mevcut. Sonunu bilen, sınırını bilen ruhun korkusu, yakalanma ve açığa çıkma sonrasındaki ızdırabı ile karşılaştırıldığında başlı başına bir hafiflik sebebi olarak görülmekte...
Bu kitabın satırlarında iki farklı perde gizli, ilki sonsuz veya sonlu iki korkunun ruha etkisi. İkincisi ise, kitabın ikinci karakteri olan avukatımızın insan ruhundan derinden anlamasıyla yaptığı o büyük olay. Ancak öyle bir noktada bitiyor ki hikayet, gerçek hayatın içinde en ufak bir hata ile ucu dönmez bir pişmöanlığın kollarından alacak olayları okuyorsunuz satırlarında.
Hayatın merkezinden bir konu ile gelmek istedim uzun zaman sonra. Bu sefer konumuz insan bedeninde bizimle birlikte yaşayan ve hayatımız içinde bir çok düzeni meydana getiren faunamız. Yani bağırsamız içinde, elimizin üstünde, gözümüzde, ağzımızda yer alan o yararlı ve dengeli organizmalardan bahsetmek istiyorum. Bunlara biz "mikrobiota" diyoruz. Bu canlılar bizimle birlikte mutualist bir hayatın parçası olarak hayatımıza giriyorlar. Bunu yaparken bizim onlara verdiğimiz gıdayı ve yaşam ortamını kullanıyorlar. Bizim için bulundukları bölgeyi bir milis güç olarak savunuyor, kimyasal ve gıda artıklarını düzenliyorlar.
Temelinde bakterilerin, mantarların ve bazı arkea tiplerinin yer aldığı bir yaşam serüvenin parçası olarak önümüzde uzanmaktalar. Hatta öyle ki yapılan çalışmalar insanın bedenindeki canlı sayısının insan hücrelerinin 3 ila 10 katı arasında olduğunu söylemektedir (1,2).
Aşkın son yüzyıllardaki karşılığı Mevlana ve Şemsin agapesi içinden yani tam dilimize çevirecek olursak "gönül dostluğu" içinden gelmektedir. Kelimelerin zaman içindeki devinimi, dilin canlı olması, yaşanan her organizma gibi zaman içindeki değişimi de bize başı şeylerin tam anlaşılması için o güne dönmemiz gerektiğini hatıurlatmaktadır.
İki dostun, birbirine sohbeti yani halveti ile şereflendirdikleri ömürleri, birbirlerine rüyalarından başlayıp, eşrafın sohbet mecsili dışında kalıp kıskançlığı içinde bir dostluğu/aşkın muhabbetini yıkışına kadar geçen sürede dünyaya bir çok iz kaldı. Birisi mesnevi, birisi şiirleri... O güzel satırlar arasında öğrenecek çok şeyimiz var.
- Sıkılmıyor musun? - Ne buluyorsun? Klasik müzik yapısını anlamanın farklı bir boyutu için tanımlayıcı bilgileri içeren bu kitap ve buradaki bilgilerden yola çıkarak topladığım bilgiler ile sizlere bir blog metni sunmak istiyorum.
Yılların en uzun halini yaşayan o ağaçlardan bir tanesinin tohumunun toprağa düşmesiyle bir öykü başlıyor. Kaleme alan kişi, dünyanın kendi çevresinde dönüşünü hissetmeden güneşe göre anlatıyor hikayeyi... Kar yağıyor, bahar geliyor, bir çubuk yeşeriyor, bir tohum büyüyor. Sonra gür bir ağaç oluyor. O ağaç ormanın tepesine kadar uzanıp dünyayı izliyor. İzlediği dünyada kadınlar ve erkeklerin ayrı ayrı niteliklerini anlıyor. İnsanların dünyasındaki yarışı, yaşamı, savaşı görüyor.
Sonra yuva oluyor. Göçmen kuşlara ve sincaplara. Gövdesi üzerinde bir dünya kuruluyor. Bir gün savaş çıkıyor, bekleyenler dibinde ağlıyor. Bir gün aşıklar geliyor, altında aşkını ilan ediyor. Günlerin geçtiği bir devirde, insanlar uçan kırlangıçların varlığını, doğan güneşi unuttuğu güne gelince yani günümüz yaşamına gelince o ulu heybetli ağacı alıp oradan bir "noel" süsü yapmaya Vatikan'a götürüyorlar. İşte burada bir sincab bir güvercin ve dökülen yapraklar ile mucizeye adımı gösteriyor bize yazar.
"Doğan güneşi kaçıran insanların, yeşil tapınağıdır ağaçlar. Altında emeklilik hayatı güdülecek dünyadır. Bir akan su bulup ayağını sokup, bir gölge bulup huzur için göç edilecek yerdedi ağaç. Bir tabutun çevresinde olması gereken değil, altında gömülüğ gidip, mezar taşı olması gerekendir ağaç."
Mucizeyi gerçekleştiren o küçük sincap, doğada bir dönüşün ilk adımıdır belki.
Bilimkurgu alanında farklı bir tadı olan kitap ve o tadı diğer kitaplarına da bulaştırmış bir yazar ile geçirilmiş güzel bir vakit olarak nitelendirilebilir bu kitap.
Jules Verne gibi birisinden hayal dünyamızı geliştiren kitaplar okuyarak bir dönem geçirdikten sonra, bunun üstüne modern bilim eğitimini almış kişilerin okurken içindeki derinlikte kaybolacağı özellikler içeren güzel bir kitap. Görünmezliğin anlatımı sırasında, "cidden bu böyle" diyerek gidiyorsun. Sonra bir yerde "evet bunu yapınca saydamlık oluyor" derken, bu adam o dönemin bir simyacısının anılarını anlatmış diyorsun.
Her bölümünde farklı bir durum olan kitapta bir de psikolojik yön var. Bilimsel olarak görünmezliği elde etmiş bir birey için, dünyadaki gücü ve o güç zehirlenmesinin meydana getireceği değişim nedir? Başta en ufak bir zarar verme isteği olmayan bir bilim insanının, korku imparatoru olma güdüsünü tetikleyen ve içgörüsündeki o kaybı/değişimi sağlayan olay nedir?
Bir seri yapmak için başladığım ilk yazıda " Profesyonel olmadan tanımlamak: İstatistik " başlığını kullandım. O yazıda genel hatlarıyla istatistikten bahsetmiştim, okuduğumuz bir metne/analize bakınca ne göreceğimiz konusu tartıştım.
Yazının devamı olarak ikinci bir yazı yazıp kendime bir not oluşturmak istedim. Bu yazıda temel istatistik analizleri içeren metinlerde, anlamlılığı belirtmek için sürekli karşımıza çıkan ve harfler ile simgelenen o değerlerin ne anlama geldiğini ve ne zaman bizler için anlamlı oldğunu aktarmak istiyorum.
Çizgi dizilerden öğrenecek çok şeyimiz var. Bu durumların bazıları içimizdeki dengenin nasıl olabileceği bile olabiliyor. Benim de severek ve defalarca izlediğim, her bölümünde farklı bir yer yakaladığım bir çizgi dizinin, bir bölümününden bir kısım paylaşmak istiyorum.
Sezon 2, bölüm 19 yani "Guru" bölümünde Kuzey Hava Tapınağı'nda bulunan ve Aang'in avatar formasyonuna geçmesini sağlayacak durumun kontrolünü anlattığı bölüm.
Guru Patik yani Keşiş Gyatso'nun arkadaşı ile buluşma zamanı gelmiştir. Bu buluşmada döngünün devamı için Aang'e kendini kontrol etmeyi öğretiyor. Bende buradaki metaforlar üzerine paylaşım yapmak istiyorum.
Bir makale üzerinden melatonin ve etkilerini anlatmak istiyorum.
Melatonin bir hormon olarak insan bedeninde uyku ve uyanıklık arasındaki düzeni sağlar. Beynin ortasından salgılanır. Epifiz denilen bölgeden. Bu uyku ve uyanıklık düzeni yani insan bedeninin sirkadyen ritmi başlı başına bir dengenin ilk adımıdır. Bu denge içinde sizin kan basıncınız, stres faktörleriniz ve bazı ağrı bozukluklarını da taşımaktadır.
İnsan bedeni için uyku hormonu
Çalışma koşulları dünya genelinde farklılıklar gösterirken, biz insanların uyku düzenini bozacak çalışma koşulları içindeki değerlendirmesini tariflemek istiyorum.
Shift düzeni ile yapılan ve hemşirelerin takip edildiği bir çalışmadan bahsedeceğim (1).
Biz canlılar için hayatın doğal ritminde bazı "köşe taşı" noktaları mevcuttur. Bu noktalar içinde hayatımızda başlangıçlar, dönüşler, bitişler gerçekleşir. Bu yazımda o dönüm noktalarından bazılarına hem geleneksel, hem sanatsal hem de bilimsel bakış açısı altında değinmek istiyorum.
Devinimin en hızlı akışı içinde "hayat" bize verilmiş mucize ile başlıyor. Bir döllenme olayında, dünyadan aya yürüyen "sperm" ile seçilimin ilk hamlesi başlarken, yumurtanın dışındaki o çelik katman olan "zona pellucida" yı delip içeri girişi, orada yeni bir hücre çekirdeği, sonra hücre, sonra hücreler ve katmanlar oluşturup, bir tüpün içinden rahmin içine geçip orada tutunması ile başlıyor bu macera. Maceranın her döneminde farklı bir dünya var. Daha yolun başında en ufak hata "nakavt" ile sonuçlanıyor. Yoldaki sorunlar kusurlar doğuruyor ve zamanı geldiğinde "sağlıklı bir bebeğin" dünyaya gelmesi dediğimiz olay gerçekleşiyor. Annenin yaşından, babanın beslenme düzenine varıncaya kadar değişen bu denklede, anne karnından sağlam çıkan bebek oranı %97 olarak hesaplanmıştır. Hayatın ilk savaşı burada verildi.
Şimdi ise istatistiklerin %100'ü verdiği ikinci kısım üzerine konuşmak istiyorum: "ölüm".
Bu seride okuduğum 2. kitap olarak hoşuma giden bir öyküdür. Zamanın çok çok gerisinde, ileri derecede büyük bir hayalin peşine anlatılan önemli hayalleri anlatmaktadır. Zamanın ötesini, bundan yaklaşık 2 asır önce bugünleri hayal ederek farklı bir boyutu tanımlamış olması, teolojik bir devinimden sanayi ve teknoloji ötesi bakış açılarını hissettirmiştir.
Kitaptan bana kalan en güzel hediye ise "anakronik" tanımıdır. Zaman ve mekandan bağımsız olarak gerçek anın dışında bir bakış açısı ortaya koymaktır.
H. G. Wells; 19. yüzyılın sonunda doğmuş ve 20. yüzyılın ilk yarısında yaşamıştır. Kattığı bakış açısıyla Jules Verne gibi bilim kurgu alanında önemli bir yapı taşı olarak düşünülmelidir. Teknolojiden öte, teknolojinin toplumsal etkilenimleri üzerine spekülasyonları ile bizi etkilemektedir.
Pandemi döneminin 2. yılında Sağlık Bakanlığı tarafından hastalığın yönetimi üzerine yayınlanan klavuzun son güncellemesi ile hayatımıza giren bir ilaç olarak "Molnupiravir" kullanılmaya başlandı. Ben de bu ilaç hakkında toplamaya çalıştığım bilgileri paylaşmak üzere bir blog yazısı yazmak istedim.
Öncelikle ilaç Lagevrio isimli ticari ismi ile patentlenmiş, Avrupa İlaç Ajansı taraından listelenmiştir. Bu komite tarafından 2021 yılının kasım ayında öneri listesine alınmıştır. Tanının konulmasından ve semptomlar başladıktan sonraki 5 gün içinde kullanılması önerilmektedir. Kapsül şeklinde olan ilacın günde iki kere alınması öneriliyor. Ayrıntılar için...
Ayrıntıların içinde bir yerde uyumlu bir bakış açısı ve acizlik içinden çıkmaya çalışan bir gururlu kadın, diğer tarafta bir korku sonrasında kavgalar ve gururu ile devam eden ordudan ayrılmış bir subay...
Uzun bir öykü için farklı iki notayı bir arada tutan kişinin, aşkın gurur tanımadığını göstermekte, üstüne bir de geçmişi ile üstüne gelmesiyle çatışmanın içinde kalan bir kadının yaşadığı acziyeti hissetmeye başlıyor okuyucu. Bütün bu bunalım içinde burnundan kıl aldırmayan eski subayın o gurur dolu dünyası ile aşkın savaşı arasında gidip geliyordu.
Dönemin bir mektubu, sonrasında bir ihtiyarısı ve dini faşizmi karşısında "ilk aydın" ünvanı alan Emile Zola tarafından krala yazılmış olan bir mektubun yer aldığı kitap...
Kitabın her saygasında, farklı bölümlerinde, içinde geçen her kişinde farklı bir ihtiras ve yalanın, modern yargı tarafından nasıl kabul edilebilir bir gerçek halini aldığı görülmekte. Buna itirazla ilk ateşi yakan Emile Zola, krala durumu açıklayacak her kanıtı sunarken, arkasında bir azınlık sesi ve farklı aydınları da bulabilmiştir. Sonucunda yarım ağız bir affediş ve yapılan hatadan geri dönmek için basit manevralar görülmektedir. Bir "Aydın" bakışı ve desteği ile halk içindeki bağnazlığa karşı ayakta duruşunun önemli bir timsali olarak sayırlara dökülmektedir.
Türk Edebiyatı açısından önemli bir yer yazar olan Sabahattin Ali'nin önemli bir eseri olarak çoğu kişi tarafından okunmuş ve incelenmiş bir eser.
1940'lı yılların gazatelerinden sonra kitap haline getirilen ve ölüm döşeğindeki bir kişinin anı defterinde kaybolan satırların içinde Sabahhattin Ali resimleri görülmekte. Satırlar farklı bir arayışın kaynağını anlatıyor. Raif ve Maria Puder arasındaki farklı bir aşkın, gece yarısı birbirini gören iki insanın sonra rastlantı eserindne öte giden kesişmelerinde, kaderin etkisiyle ayrılmalarında devam ediyor. Bir sır ve bir hastalık ile sonuca eren satırlar, bir başka rastlantı ile çözülüyor. Kitabın içindeki akışın temelinde betimleyici niteliklteki güzel paragraflar, okuma tadını arttırsa da, öykünün modern dünyada klasik halini alması, sonuçlarının tahmin edilir kılmaya başlamış. Yazarın diğer kitaplarına kıyasla bir tık geride kaldığını düşündüğün kitaptır.
Ütopik bir teorem olarak 4. boyut içinde seyehat ve bunun gerçekliğini nasıl ispat ederiz sorununun tartışıldığı farklı bir eser olarak karşımıza çıkıyor.
İnsan birbirine dik 3 ekseni içeren boyutun içinde ve hangi yöne dik olduğunu tabir edemediğimiz 4. boyutta bir hareket içinde ilerlerken, sıkışıp kaldığı evrenin tanımını yapmak konusunda başarılı sonuçlar ortaya koyamıyor. Hayal gücümüz ve mantığımız bize limitli bir bakış açısı sunuyor. Kitabın sayfaları arasında olası bir kırımda bizi neler bekleyebilir sorusu tartışılıyor.
Günümüzden binlerce yıl sonra dünya üzerindeki yaşamın nasıl olacağı konusu sadece bir hayalden ibaret. Bildiğimiz 10'dan fazla insan türünden elemine olarak gelen Homo sapienslerin, bundan binlerce yıl sonra devam eden evrim basamaklarında farklı türler için ilk adımı oluşturabileceğini de unutmamak gerekli. Yazar, günümüzden 8000 yıl sonra değişen insan kavramnını ve üretim ilişkisini kendi ütopik evreninde tanımlarken bize evrimsel bu farkındalığı çok güzel anlatıyor. Bizm 4. boyut içine sıkışan bakış açımızdan kurtulup, an dışındaki dünyada, yaşamsal döngüyü sorgulama yeteneğimiz; günümüz mantığında sadece "delilik" tabiri içerisinde yer alacaktır.
Potansiyen enerjinin kinetik enerjiye dönüşmesiyle, bekleyen durağan bir durumdan hareketin meydana gelmesi başlar. İnsan bedenindeki bu durumda, farklı formatlarda kendini göstermektedir. Mesela bir moleküle bağlı fosfor atomunda saklı olan enerjinin, bağın kırılmasıyla ısı ve kimyasal enerji olması, sonrasında tepkimelerde çeşitli sonuçlar doğurması bunun örneğidir.
Kısa süreli bir enerji kaynağı olarak, motivasyon'dan bahsetmek istiyorum. Odaklanmış bir duruma karşı, hareket yeteneği meydana getirme gücü diyebiliriz. Güdü temelli bir durumdur. Bir noktaya karşı, bir fikre veya olgu içindeki duruma karşı odaklanmayı gerektirir. Davranışa geçecek canlının içsel veya dışsal güç kaynağı olarak düşünülebilir.
Tarihi bir teknolojinin evlere yerleşmesiyle, üretimin kişiselleşmesi konusundaki geçişi izlediğimiz bir dönemdeyiz. Kompozit maddelerin eriyik halinde katmanlar şeklinde birleştirilmesi ve sonrasında nesnelerin üç boyutlu sekilde meydana getirilmesine imkan veren bu teknoloji 1980'li yıllardan bu yana hayatın içine girmiş olsa da, 2000'li yıllardan sonra bireysel kullanımda önemli bir yere vardı.
Bu yazıda eğlenceyle kullandığım cihazın bireysel bir kullanıcı gözünden özelliklerini anlatmaya çalışacağım.