Amin Maalouf'a benzer hayatı ile aklıma gelir Halil Cibran. Lübnan asıllı, Amerikada yaşayan 1883'de doğmuş, 1931 yılında Newyork'ta hayata gözlerini kapatmıştır. Düşünce dünyasının derinlerine dalmasıyla ünlüdür. Mistik deriz ya hep, işte o mistik halinden öte sorgulayıcı yapısıyla ünlüdür (Sorgulamayan için o derinlik karanlıktır, adına da "mistik" dersen tadından yenmez.).
Hayata iki kelime eklese yeter becne
"farkındalık" ve
"kabullenme".
Önce kabullenme ile başlamak gerekli. Mesela evrendeki varlığımızı kabullenmeliyiz. Bizim için bir kum tanesi neyse, yıldızların yanında bir kum tanesi olduğumuzu hissetmeliyiz. Ya da birir atomun kum tanesi yanındaki boyutunu düşünmeliyiz. Görecelik arasında gidip gelen dünyada, nereden baktığına göre değişen bir durumdur büyüklük.
"Ne olduğumuzu bilmezken nasıl olmamız gerektiğini tartışmamız çok anlamsız." sözünde, kendimizi tanımamız gerektiği üzerine çok derin bir anlam içeriyor. Cibran kitaplarında farklı bir dünyayı gösteriyor bize.
Özgürlüğün en büyük sınırını çizdi bize
Kum ve Köpük isimli kitabında.
"Unutkanlık bir tür özgürlüktür." diyerek.
"Aklı yavaş olana değil, ayağı yavaş olana; kalbi kör olana değil gözleri kör olana acıman şaşılacak şey doğrusu." sözlerinin içinde engelleri fark etmek gerekiği yatıyor. Her cümlesinde farklı bir noktadan yakalıyor hayatı.
Varlığın karanlıktaki sırrını açığa çıkartmak için
Deli olmak gerektiğini anlattı bize. Sonra o çıkan sır ile
Ermiş'in Bahçesi'nde sohbetler etti.
Bir bakıma çok şey kattı bize. Her okuduğumda daha çok şey katacağını düşündüğüm birisi olacak.