Bu Blogda Ara

Translate

20 Temmuz 2017 Perşembe

Bakış; Martin Eden

Bir zamanlar okuduğum ve okuma listem içindeki nadide klasik kitaplardan olan Martin Eden ve ilerleyen yaşamın 1900 'lü yılların başındaki halinin kıyaslanmasını düşünmek istedim bugün.
Üstüne bir de burada paylaşabileceğime ve yazıya dökebileceğimi de düşündüğüm için bu seferki blog yazımı onun üzerine yazmak istiyorum.

Küçüklüğümüzün anılır yazarlarından Jack London tarafından 1909 yılında yazılmış bir roman. Bir tür biyografi, yazar olmak adına koşan, elleri nasır tutmuş, dönemin "kezban" olarak nitelendirdiği kesim ile aynı operaya giden, her seferinde tezat noktalara düşen, bir makineye benzettiği yayın evlerinin editörleri ile savaşmasını anlatıyor kitap.
Sınıf farklarının resmiyette olmadan yaşamın her alanına sindiği, işçilik yöneticilik arasında ve tüketiciliğin ilk adımlarındaki o hayalleri olan insanı anlatıyor bir nevi...

Yazmak en güzel duygu olsa da hayatta kalmak belki de öyle bir duygu olmayabilir. Mutlu olunan değil var olmaya yetecek işler yapma zorunluluğu doğduğu gün bir Martin Eden edasıyla inşaatta çalışıp ellerine nasır tutturabilirsin. Kaleminden çıkan sözler kaliteli olsa da, altında bir başkasının mektubu yoksa sen yoksun noktasındadır. Varlığını var olanların lütfuna borçlu olup, insanların kendilerini tanımadığı, sadece moleküllerin enerjilerini paranın enerjisine dönüştürme çabalarındaki kimyasal ve fiziksel tepkimelerine meze ( buraya substrat demem gerek ama istemedim ) olursun.

Bir kız görürsün aşık olursun. O aristokrasinin içinde önemli bir yerdedir. Güzel kıyafetleri ile çekici görüntüsü senin hayallerine girer. Dışarıda gördüğünü içeride sen bütünleştirirsin. O arada, sohbetlerine mükemmel arkadaş olan bir hayal vuku bulmuştur beyninde. Şizofreni başlangıcı falan değil bu, hakiki platonik aşktır. Pürüpak sevmek ama büyük ihtimal var olmayan bir şeyi sevmek oluyor bu yaptığın. Sistem seni koşturmacaya iterken, sen nefes alabildiğin noktada, sahneye giren ve içinde ufak bir çarpıntı oluşturan paketin içini hayallerin ile doldurursun.

Bir gün, sistem içinde yükselip sistemi yıktığın ya da en azından pasif agresif olarak sistem içerisinde sisteme ait olmayan metalar sokup sarstığın gün gelir ya işte o gün de Martin Eden için geliyor bir yerde. O gün gelince bir şeyi fark ediyor, orada durup sistemi bırakmak ve saçmalıklardan sıyrılmak gerektiği.  O gün, o güne kadar yazdığı tüm yazıları tek tek editörlere göndermek, tepki de alsa vazgeçmeden devam etmek, bir daha yeni yazı yazmamak, ret edilen her yazıdan karşılığını alıp zenginlik elde etmek sistemin içindeki pasif ve agresif insanın yegane duruşudur.

Burada, döneminin güzel bir şiiri ile özgürlüğünü yakalamış kahramanımız. Görevini bitirdiğine inandığı anda...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder