Bu Blogda Ara

Translate

london etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
london etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Temmuz 2025 Çarşamba

Review: Suikast Bürosu

Suikast Bürosu Suikast Bürosu by Jack London
My rating: 5 of 5 stars

Etik anlayışı içinde pür mantığın yerinin işlendiği önemli bir öykü olarak karşımıza çıkmaktadır. Bununla birlikte sonucu zarar vermeye varan bir şeyin mantıklı ya da ahlaki bir açıklaması olamayacağını göstermektedir.
Roman, bireyin varoluşsal arayışını, özgürlük ve kontrol temalarını işlerken, aynı zamanda London'ın dönemine özgü anarşist ve toplumsal devrimci düşüncelerini de yansıtır. Kitabın temposu hızlıdır ve karakterler arasındaki dinamikler sürükleyicidir. Özellikle Winter Hall'un kendi "ölüm emrini" vererek başladığı bu tehlikeli oyun, onu hayata ve içinde bulunduğu dünyaya dair farklı bir perspektif kazanmaya zorlar. London'ın keskin gözlem yeteneği ve toplumsal normlara meydan okuyan yaklaşımı, bu eserde de kendini gösterir. "Suikast Bürosu", okuyucuyu hem bir maceraya sürükler hem de modern toplumun çelişkileri üzerine düşündürür.
Döngünün sonunda büro kendini imha etti, fikrin sahibi ise doğru bildiği tüm bilginin aslında kendi kendini yiyen bir yılandan ibaret olduğunu gördü.



View all my reviews

1 Şubat 2023 Çarşamba

Review: Kızıl Veba

Kızıl Veba Kızıl Veba by Jack London
My rating: 5 of 5 stars

Jack London benim için farklı bir niteliğe sahip olan klasik eserlerin yazarıdır. Bu yazısında da farklı bir tat verdi.
2012 yılında hayatın içine giren bir enfeksiyon, sonrasında yıkılıp giden medeniyet ve o medeniyetin yıkılışı evresinde insanların içindeki ilkel benliğin nasıl açığa çıktığının farklı bir hayalini hissediyor insan. Bir yerde "Walking Dead" dizisi gibi hissettiriyor anlattıkları, sarhoşlar veya vebalı insanların parçalanması şeklinde. Diğer tarafta modern salgınlar içinde nasıl bir gelecek bizi bekliyor onu anlıyoruz.
Belki de son pandemi deneyiminde bu kadar büyük bir buhran yaşamadık, anarşi hakim olmadı, devletler kontrolü kaybetmedi. Ama olası bir anarşinin sonunda yıkılacak devletler, yıkılacak olan medeniyetin habercisi gibi.
Dünyanın yok oluşu sonrasında yeni bir çağın başlangıcını da böyle hayal edebiliriz. Bizim evcil hale getirdiğimiz tüm değerlerin doğadaki seçici dönüşümde yok olup gidecek aciz canlılar olduğunu fark etmemiz gerekli. Sevdiğimiz o köpek ve kediler ilk başta bundan nasibini alacaklar arasında, tarlalarda yetişen bitkiler, elektirk ve diğer tüm teknolojik dünya da bundan nasibini alacak.
Bir distopya kitabı mı yoksa psikolojik analiz mi bunu da okuyan kişinin düşünmesi gerekli.

View all my reviews

20 Temmuz 2017 Perşembe

Bakış; Martin Eden

Bir zamanlar okuduğum ve okuma listem içindeki nadide klasik kitaplardan olan Martin Eden ve ilerleyen yaşamın 1900 'lü yılların başındaki halinin kıyaslanmasını düşünmek istedim bugün.
Üstüne bir de burada paylaşabileceğime ve yazıya dökebileceğimi de düşündüğüm için bu seferki blog yazımı onun üzerine yazmak istiyorum.

Küçüklüğümüzün anılır yazarlarından Jack London tarafından 1909 yılında yazılmış bir roman. Bir tür biyografi, yazar olmak adına koşan, elleri nasır tutmuş, dönemin "kezban" olarak nitelendirdiği kesim ile aynı operaya giden, her seferinde tezat noktalara düşen, bir makineye benzettiği yayın evlerinin editörleri ile savaşmasını anlatıyor kitap.
Sınıf farklarının resmiyette olmadan yaşamın her alanına sindiği, işçilik yöneticilik arasında ve tüketiciliğin ilk adımlarındaki o hayalleri olan insanı anlatıyor bir nevi...

Yazmak en güzel duygu olsa da hayatta kalmak belki de öyle bir duygu olmayabilir. Mutlu olunan değil var olmaya yetecek işler yapma zorunluluğu doğduğu gün bir Martin Eden edasıyla inşaatta çalışıp ellerine nasır tutturabilirsin. Kaleminden çıkan sözler kaliteli olsa da, altında bir başkasının mektubu yoksa sen yoksun noktasındadır. Varlığını var olanların lütfuna borçlu olup, insanların kendilerini tanımadığı, sadece moleküllerin enerjilerini paranın enerjisine dönüştürme çabalarındaki kimyasal ve fiziksel tepkimelerine meze ( buraya substrat demem gerek ama istemedim ) olursun.

Bir kız görürsün aşık olursun. O aristokrasinin içinde önemli bir yerdedir. Güzel kıyafetleri ile çekici görüntüsü senin hayallerine girer. Dışarıda gördüğünü içeride sen bütünleştirirsin. O arada, sohbetlerine mükemmel arkadaş olan bir hayal vuku bulmuştur beyninde. Şizofreni başlangıcı falan değil bu, hakiki platonik aşktır. Pürüpak sevmek ama büyük ihtimal var olmayan bir şeyi sevmek oluyor bu yaptığın. Sistem seni koşturmacaya iterken, sen nefes alabildiğin noktada, sahneye giren ve içinde ufak bir çarpıntı oluşturan paketin içini hayallerin ile doldurursun.

Bir gün, sistem içinde yükselip sistemi yıktığın ya da en azından pasif agresif olarak sistem içerisinde sisteme ait olmayan metalar sokup sarstığın gün gelir ya işte o gün de Martin Eden için geliyor bir yerde. O gün gelince bir şeyi fark ediyor, orada durup sistemi bırakmak ve saçmalıklardan sıyrılmak gerektiği.  O gün, o güne kadar yazdığı tüm yazıları tek tek editörlere göndermek, tepki de alsa vazgeçmeden devam etmek, bir daha yeni yazı yazmamak, ret edilen her yazıdan karşılığını alıp zenginlik elde etmek sistemin içindeki pasif ve agresif insanın yegane duruşudur.

Burada, döneminin güzel bir şiiri ile özgürlüğünü yakalamış kahramanımız. Görevini bitirdiğine inandığı anda...