Bu Blogda Ara

Translate

25 Aralık 2017 Pazartesi

"Multitasking" Tartışmasında Ben


Burada tartışılması gereken aslında çoklu görev yapmanın ve risk değerlendirmenin ilişkisi olmalıdır. Çoklu görev yapmaya çalışmak derken mesela dişleri fırçalarken haber okumak gibi değerlendirir isek düşük riskli iki görev olduğu için beden zorlanmadan yerine getirebilir. Çoğu kişi de buna benzer basit işler yapmaktadır.


multitasking ile ilgili görsel sonucu

Aslında bu ara iki tarafı da savunan görüşleri içeren makaleler okudum. Bunların bir kısmı bilimsel bir kısmı popüler bilim tarzında olsa da bir kaç farklı görüş ortaya çıkardı bende. Kendimi de düşününce bu konunun önemli olduğunu düşünmeye başladım.

Modern bilgisayarların hatta cep telefonlarımızda "RAM" çılgınlığı ile boy gösteren, sınırsız denilecek düzeydeki işlemciye sahip biz insanlarda mevcut mu? En büyük tartışma konusu bu olsa gerekli.

Kimisine göre cinsiyete göre değişmekle birlikte var, bu fikri savunanlar kadın bireylerin bu alanda daha başarılı olduğunu düşünmekteler. 
Peki tüm bu hareketlere bir örnek telefon kullanmak ve araç kullanmak işlemlerinin aynı anda yapılması olarak görülebilir. İngiltere tabanlı anket çalışmasında araç kullanırken sms atan kişilerin atmayanlara oranla 4 kat daha sık kaza yaptıkları ortaya çıkmış. Bu çok görevi aynı anda yapmanın bir örneği lakin sonuçlarının hezimet olduğunun ispatı gibi görünmektedir.

görsel planlama ile ilgili görsel sonucu
Yaşamda riskleri düşürmenin yolu da çoklu görev yerine düzenlenmiş görevler ile hızı düşürmektir benim için. Zaman kontrolü benim için yaşamdaki en büyük verimliliği sağlamıştır her daim. Bunun için görselleştirmeyi kullanmaktayım. Bu alanda ilerlemek isteyen herkese en büyük önerim, görevlerin kendinize ait bir metodoloji ile görselleştirip zamansal bir diagrama bölmek. Kalitesi yüksek, riski düşük ve verimliliği yüksek bir planlama yöntemi olarak "yüksek öncelikli" işler için "multitasking" yapmamak can kurtarıcı olabilir.

8 Kasım 2017 Çarşamba

Edebiyata Bakarken; Federico Lorca ve Coplalar

Şiir ve kitap okumayı severken okuduklarımı düşünmeyi ihmal etmiyorum. Okuma gayem haline getirdim diyebilirim.

Federico García Lorca
Federico García Lorca
Şiir okurken özellikle, yazarı anlamak için içinde bulunduğu edebi hayatı da anlamak gerekiyor ve yabancı şairlerde bu soruların araştırılması belki de daha değerlidir. Diline hakim olmadığımız dünyada, çevirmenin edebi gücüne kalmış bir okuma yapıyoruz, sanki baharatları değiştirilmiş bir yemek yer gibi.

Federico Lorca, İspanya kökenli bir yazardır, şiir, oyun türlerinde yazınları mevcuttur.19. yüzyılın son yılında doğmuş, 20. yüzyılın ilk yıllarında yaşamıştır, savaşlı dönemlere gelen yaşantısında bu savaşın ve savaşın getirdiği göçler gözlenmektedir. 1936 yılının Ağustos'unda 19'unu 20'sine bağlayan gece Granadalı milliyetçi gruplar tarafından kurşuna dizilerek erken bir yaşta hayata veda etmiş bir sanatçıdır. Bu kısa yaşamında bir çok eser vermiştir.

Yazarın yaşadığı dönemde verdiği eserlerin niteliklerinden birisi de içerdiği "Copla" tarzındaki şiirleridir. Bu şiirler 20. yüzyılda İspanya edebiyatında kullanılan, Türk edebiyatında manilere benzeyen, daha çok özellikleri bazında Japon haiku türü şiirleri andıran şiirlerdir. Temel özellikleri 3-4 dizeden oluşması, yarım kafiye içermesidir. 

Lorca'nın şiirlerinde bu tarz çok görülmektedir. Örneklerine bakacak olursa, 

Aydınlanır kilise
Sen girince içeri
Ve çiçekler doluyor
Sen oturunca

Yukarıdaki dörtlükte görüldüğü gibi mani tarzına yakın, kısa ölçüler içeren ve net anlatımlar yaparak duygusunu ifade etmeye çalışan bir yazın tipidir. Bu yazın tipi Endilüs coğrafyasında yaygındır, bu coğrafya çoklu etnik kültür içerdiği için etkilenmeye çok açıktır. İbranice, Arapça ve İspanyolca akımlar ile ve bölgede yaşayan çingenelerden etkilenerek gelişen bir yazın türü olmuştur.
Türün çeşitlerine bakacak olursak; Segıidella, cuarteta, solea, alegra, siguiriya gilana, saeta şeklinde sayılabilir ve bunların yanı sıra çingenelerin kullandığı petencra denilen bir çeşiti de bulunmaktadır. 

Yazarımızın şiirinden bir örnek ile yazımıza nokta koyalım;

Balıklardan, kayıklardan,
ne olursun, bir yudumcuk!
Ah, muhafız komutanı,
ah, muhafız komutanı,yan gelmişsin odanda!
Hani ipek mendiller,


kurulayım yüzümü!

_____________________________________________________________________
Kaynaklar; 123

Amatör okuma ve yorumlamalar... 

7 Kasım 2017 Salı

Çalışamama Alışkanlığımız; Tükenmişlik Sendromu

Bu sefer fırtına ardına yerinde bir ağaç bile bırakmayan mevzu var. Tükenmişlik sendromuna bakmak istiyorum biraz, sizlerle paylaşarak.

İnsan duygu durumunun yani "mood" adını verdiğimiz frenkasın çamura batmış evresinin en dibidir burası, bu bölgede verimlilik yoktur, depresif ruh hali, yaşama karşı anhedonik bakış açısı ve kendini geliştirmemekten öte çevreyi de geriletecek bir yaklaşım ile yaşanıyor.

Sayılar ile bakalım, yayınlanmış çalışmalardan bazıları bize ne tür veriler sunuyor;

1. Acil Servis Hemşireleri üzerinde yapılan araştırmada, %30'luk bir prevelansa saptanmıştır.
2. 2017 yılında yayınlanan bir çalışmada Birleşik Devletler'de görevli Beyin Cerrah'larında tükenmişlik sendomu prevelansı %21,3 olarak saptanmıştır.
3. 2014 yılında yapılan bir çalışmada ise, prevelans %10 bulunmuş ancak mühim bir not ile birlikte, görüşme yapılan bireylerde Tükenmişlik Sendromu gelişme riski %50 verilmiş.

En basit haliyle baktığımızda medyatik açıklamalarda ülkemizde sağlık çalışanlarında %23 olarak görülmektedir. Oranlar genellikle sağlık çalışanları arasında yapılan çalışmalarda kendini göstermekte, ancak harcanan paralar ve karşılığında doğan katma değeri düşünürsek, her sektör içinde büyük bir oranda tükenmişlik sendromu vardır.

Aslında basit bir tanımlama yaparsak, özellikle mesleki alanda kullanılan bir terimdir Tükenmişlik Sendromu ve yaptığınız işe karşı duygusal ve fiziki yıpranmayı, üretimdeki azlığı, isteksizliği sembolize eder. Ama tek taraflı bir bakış olabilir bu sadece iş hayatı gibi görmek, depresif duygu durum, kötü düşünceler, ki buna intihar düşüncelerinin yeri büyüktür, üretkenlikte ve hayattan zevk almada azalma olarak düşünebiliriz.

Öncelikle varlığını bilgidiğimiz bir konuyu tanımak ve boyutunu anlamak çok önemli, bunun için sadece tanımlayıcı bir metin olarak bunu paylaşmak istiyorum.

21 Ekim 2017 Cumartesi

Sınırsızlık Denkleminin Sınırları

Matematik bize dünya üstünde çizdiğimiz sınırsız evrenin hareketlerini veren bilim dalıdır, Latinler ve Araplar bunlara çok güzel şekiller verdi. Rakamları üretti. Sonra işaretleri var bu sistemin, toplama, çıkarma yapabilecek hamleleri gösteren, hatta ve hatta daha ileri gidip içe giren dışa çıkan denklerden türev görmek, integral alabilmek, sayı serilerinin limitlerine bakabilmek oluyor.

Düşüncelerimden önce bir matematik aldatmacası paylaşmak istiyorum;

0=1 denkleminin gerçekliğini tartışarak başlayalım.

1. 0=0
2. 0= 1 - 1
3. 0= 1-1+1-1+1-1+1-1...
4. 0 = (1-1)+(1-1)+(1-1)+...  // şimdi bu denklemde her parantez işi sıfıra eşit ve seri sonsuza gidiyor.
5. 0 = 1+(-1+1)+(-1+1)+(-1+1)+...  // bu bir toplama işlemi ve ben sadece parantezleri kaydırdım, seri yine sonsuza gidiyor ise, sonsuza kadar olan parantez içleri sıfırdır. Onları silersek geriye ne kalacak?
6. 0=1

Probleme aslında çık farklı belki de tamamen hileli bir yerden yaklaşmış olduk. Sondaki "-1" ne oldu dediğinizi duyar gibiyim, sonraki "+1" ile birleşip sıfır oldu, sonuçta sonsuza kadar "-1" ve "+1" savaşının ne olduğunu bilmiyorum ama sıfırdan sonraki eşitlik geride sağ bir "+1" bıraktı. Eğer sonraki sonsuzluğu tartışıyor isek, bu denklem doğru, ama eğer sonsuzluk diye bir şey yok ise, orada uzakta, çok uzakta belkide dokunamayacağımız kadar uzakta bir yerde "-1" var ve bu değer denklemi denk kılıyor.

Matematik, yani insanlar arasındaki ortak lisanın gösterdiği sınırsızlık olgusu insan beyninin sınırları ile kıyaslı ve bu sınırları aşmak için aslında kendi aramızda kurguladığımız oyunun kurallarını ortaya koymamız gerekli. Yani biz kendi sınırımızı aşamıyoruz. Sınırsızlık denklemimiz ortada bir yerde tıkanıyor.
Varlığımızda güzel sonuçlar ortaya koymanın yolu da bu denklemdeki çözüm gibi kendimizi tanımaktan ibaret, insan kendini tanıyıp sınırlarını çizer ise, o sınırları çizili alandaki gücü ve yapabilecekleri ile sınırsız bir güç ve özgürlüğe sahiptir. Aynı matematiğin bu güzel özgürlük diyarı gibi.

Herkes için matematik...

27 Eylül 2017 Çarşamba

Okumak ve Yoksulluk

Az önce bir haber okudum, linki için tıklayınız.

Bir noktada gariplik gördüm, yorumlamak gerektiğine inandığım için ve bunu da yazarak yapmak en doğrusu olacağına inandığım için paylaşmak istedim.



Yukarıdaki tablonun kaynağı HABERTÜRK sitesidir.

Diyor ki haber genel olarak, okuyup bir alanda profesyonellik elde edenlerin dünya üstünde var olan güçlerinde yani maddi değerlerinde büyük bir azalma mevcuttur.

Benim aklıma gelen sorular şunlar;
1. Okur-yazar olmayan kesim diye nitelendirilen kesim tam olarak ne iş yapıyor?
2. Bir okul bitirmeyen kişiler genellikle bölgedeki en eski kişiler değil mi? Göç etmemiş, tarım kültürünün kentleşmesi, bu kentleşmede bina çöplüğüne dönen ülkemizde bir kaç kiralık daire daha edinen kesim değil mi?

Aynı haberde en yoksul %20 kesim ve en zengin %20 'lik kesim üzerine de yorumlar var, zengin olan kesim değer kaybederken yoksul kısımda büyüme var.

Tüm bu resim aslında üretici kesimin 3. dünya ülkesi olduğumuzu kabul etmeyip hizmet sektörüne çarpık girişinin resmi değil midir?
Ya da 1990 ekolü ile SSK+Kooperatif ile dünya mutlusu olacak orta direk için ceptelefonu+arabaya dönüşünün resmi midir?

13 Eylül 2017 Çarşamba

Bilimin Arka Kapısı

Tüketim toplumunun bir parçasını da akademik toplum yaşamakta. Özellikle veriye ulaşmak sorun yaşayan bağımsız araştırmacıların bilimsel merkezlerin ağları dışında verileri elde etmesi büyük bir problem haline gelmek. Bunla ilgili arka kapılardan örnekler vererek bir kaç site anlatacağım.

1. İntech Open

Açık kaynaklı verilerin paylaşıldığı, teknoloji ve sağlık alanında çeşitli verilerin bulunduğu bir web sayfasıdır.

2004 yılında Avusturya tabanlı destekle kurulan site içerisinde barındırdığı verinin bir kısmı "Citied index" içerisinde yer almaktadır. Kitapların bölümlerini .pdf olarak indirebileceğiniz, kategori tabanlı ve arama imkanı sağlayan bir web sitesidir.

2. sci-hub.se

Amaçları bilime vurulan bariyerin kaldırılması olan, verilere ücretsiz erişilmesini hedeflemiş bir sitedir. Büyük akım bilimsel kaynakların sağladığı paralı erişime buradan ücretsiz olarak ulaşabilirsiniz.
Bir tür korsanlık sistemi olduğu için sürekli olarak çeşitli ülkelerde erişimin engellendiği, Rusya üzerinden hizmet vermeye devam eden site içerisinde bir çok makaleye erişmek mümkündür.
Arama yapmada önerimi DOI adresini kullanmanızdır.
3. libgen.io

En büyük kütüphane olarak tanımlayabileceğimiz veri tabanında kitaplara ve yayınlara ücretsiz erişme imkanı sağlanmaktadır.
Kitabın adı üzerinde yapılacak aramalarda, biraz ingilizce bilgisi ile kitapların .pdf formlarına erişilebilir.


DOI nedir?

Digital bir dosyanın obje numarasıdır. Bir makaleye erişmek için kullanılabilecek adres olarak görebilirsiniz.  Çözümleyici web adres: http://dx.doi.org/
Bu adres parmak izi gibi orjinaldir. Veriye ulaşmayı kolaylaştırır. 10.xxxx/asad.ada şeklinde olan adresin "10" ile başlayan kısmı DOI sisteminin standartı, sonra gelen "xxxx" kısmındaki rakamlar yazına sahip bilişim şirketini tanıtan bölüm, "/" sonrasındaki kısım ise metnin tanıtıcı kısmıdır.

Bu yazıyı yazmakta esas amacım, bir bilimsel çalışmayı oluşturmak için onca efor harcayan bir bilim insanın bunu dünyaya anlatmak için de ücret ödemesidir. Bu da yetmezmiş gibi bunu yaymayı görev edinmiş olan kurumların yine bunu ücretle satarak üretene kazanç sağlatmamalarıdır.

Bilim ve bilgi ücretsiz erişilmesi gereken düşünce yapılarıdır.

7 Eylül 2017 Perşembe

Hakemi Yenmek

Bu aralar çok kullandığım bir cümle haline geldi. Özellikle bu coğrafya içerisinde insanların anlaması gereken önemli bir konu haline geldi.

Savaşmak, zamana değil tüm koşullara karşı olması gereken bir durumdur bence. Özellikle zamana karşı yapılan savaşlara karşı olduğumu düşünüyorum. Bu tip savaşlar daha çok yenilgi içerir ama çevreye karşı olanlar kazanç ile biter. Sadece doğru cümleler kurarak motive olabilenler için. Bu cümlelerden birisi de "hakemi yenmek" olduğu unutulmaması gereken bir durumdur.
Bunlara örnek vermek gerekirse; okul sıralarında ders veren ve egoları ile çatıştığımız bireylerdir. Bu kişilerden daha doğru ( ki pozitif bir bilim dalında ispatlı ve güncel şekilde görülse bile ) kararlar vermek yetmiyor. İşte bu anlarda akla gelmesi gereken ilk konu hakemi de yenmek gerektiğidir. Çünkü bu sahada yapılan karşılaşmada rakip yok maçı yöneten hakem vardır.
Başka bir çok alanda bu kavramı öne sürebiliriz. Bunlardan birisi belkide sıralama sınavları, iş hayatındaki saçma ast-üst çatışmaları da olabilir. Buralarda da "hakemi yenmek" önemli bir durum haline gelir.
Hayat için ise "hakemi yenmek" hayatı tanımaktan geçer. Onun içinde bir çok kişinin ömrünü verip ortaya çıkardığı ve ilerleyeceğimiz yolda bizlere faydalı olacak olan yapıtlara bakıp, hayata tecrübe eklemek, okumaktan geçer. Her daim bir adım önce geçip zaman eşlik edip, yetişme kaygılarını kenara bırakıp var olanı güzel kullanarak hakemi yenebiliriz. 

20 Temmuz 2017 Perşembe

Bakış; Martin Eden

Bir zamanlar okuduğum ve okuma listem içindeki nadide klasik kitaplardan olan Martin Eden ve ilerleyen yaşamın 1900 'lü yılların başındaki halinin kıyaslanmasını düşünmek istedim bugün.
Üstüne bir de burada paylaşabileceğime ve yazıya dökebileceğimi de düşündüğüm için bu seferki blog yazımı onun üzerine yazmak istiyorum.

Küçüklüğümüzün anılır yazarlarından Jack London tarafından 1909 yılında yazılmış bir roman. Bir tür biyografi, yazar olmak adına koşan, elleri nasır tutmuş, dönemin "kezban" olarak nitelendirdiği kesim ile aynı operaya giden, her seferinde tezat noktalara düşen, bir makineye benzettiği yayın evlerinin editörleri ile savaşmasını anlatıyor kitap.
Sınıf farklarının resmiyette olmadan yaşamın her alanına sindiği, işçilik yöneticilik arasında ve tüketiciliğin ilk adımlarındaki o hayalleri olan insanı anlatıyor bir nevi...

Yazmak en güzel duygu olsa da hayatta kalmak belki de öyle bir duygu olmayabilir. Mutlu olunan değil var olmaya yetecek işler yapma zorunluluğu doğduğu gün bir Martin Eden edasıyla inşaatta çalışıp ellerine nasır tutturabilirsin. Kaleminden çıkan sözler kaliteli olsa da, altında bir başkasının mektubu yoksa sen yoksun noktasındadır. Varlığını var olanların lütfuna borçlu olup, insanların kendilerini tanımadığı, sadece moleküllerin enerjilerini paranın enerjisine dönüştürme çabalarındaki kimyasal ve fiziksel tepkimelerine meze ( buraya substrat demem gerek ama istemedim ) olursun.

Bir kız görürsün aşık olursun. O aristokrasinin içinde önemli bir yerdedir. Güzel kıyafetleri ile çekici görüntüsü senin hayallerine girer. Dışarıda gördüğünü içeride sen bütünleştirirsin. O arada, sohbetlerine mükemmel arkadaş olan bir hayal vuku bulmuştur beyninde. Şizofreni başlangıcı falan değil bu, hakiki platonik aşktır. Pürüpak sevmek ama büyük ihtimal var olmayan bir şeyi sevmek oluyor bu yaptığın. Sistem seni koşturmacaya iterken, sen nefes alabildiğin noktada, sahneye giren ve içinde ufak bir çarpıntı oluşturan paketin içini hayallerin ile doldurursun.

Bir gün, sistem içinde yükselip sistemi yıktığın ya da en azından pasif agresif olarak sistem içerisinde sisteme ait olmayan metalar sokup sarstığın gün gelir ya işte o gün de Martin Eden için geliyor bir yerde. O gün gelince bir şeyi fark ediyor, orada durup sistemi bırakmak ve saçmalıklardan sıyrılmak gerektiği.  O gün, o güne kadar yazdığı tüm yazıları tek tek editörlere göndermek, tepki de alsa vazgeçmeden devam etmek, bir daha yeni yazı yazmamak, ret edilen her yazıdan karşılığını alıp zenginlik elde etmek sistemin içindeki pasif ve agresif insanın yegane duruşudur.

Burada, döneminin güzel bir şiiri ile özgürlüğünü yakalamış kahramanımız. Görevini bitirdiğine inandığı anda...

17 Haziran 2017 Cumartesi

Sorgulamak #3 Bilmek

Bir şarkıda da söylediği gibi;

"Cos I'm only human after all"

Bugün de kendi kendime sorgulamak istedim, bilgim nereye kadar diye, sonra durup düşünmek istedim. Böyle lisede, orta okulda çeşitli kelimeler öğrendik. Orada bir kelime vardı, aklıma geldi birden... "Ortak Miras", bu kelimeyi sorgulamak istiyorum. Anlamı nedir bilsem de ne kadar hayatımda diye soruyorum.
Tecrübe bir ortak miras ise, bu mirastan ne kadarını alıyoruz. Günümüzün küçük çaplı topyekün savaşlarına en güzel örnek miras davaları lakin bu süreçte sadece kalan ufak tefek topraklar için çatışıyoruz. Kimileri var, ellerinde bir defter ile yaşayıp ölüm döşeğinde en sevdiğine yadigar etmek istiyor. Kimileri var, yürürken attığı her adımda patlayan mayını arkasındakine söylüyor. Biz bunların ne kadarını biliyoruz.

Ortak miras diyorum ya, başlı başına tecrübenin mirası değil mi o? Edison'un DC'sinden Tesla'nın AC'sine giderken oluşan yada Pastör ile aşı kullandığımız hatta adını bilmediğimiz birilerinin yuvarladığı taşın yaptığı ara bile bunun bir parçası değil mi? Bunu ne kadar biliyoruz.

Garip istatistikler arasında ömür uzunluğu da var. 78 yıl diyor kimileri, fark etmez bir gün eksik bir kaç gün fazla olabilir. Bilmesek de bildiğimiz tek bir şey var bu süreci yaşayacağız. Başkalarının bastığı mayına basarak mı? Önümüzdekini duyup onun önüne geçecek kadar umutlu bir şekilde mi? Aynı yolda gittiğimiz kişilerin o yolda geçirdiği ömrü kendi ömrümüze katıp hayatı 150 yıla çıkartabilecek kadar bilgisi olan bizlerin "sorgulaması" bu da ...

Ne de olsa bizler sadece insanız, hata yapmak bizim de hakkımız.


11 Haziran 2017 Pazar

#Sorgulamak 2 : Bilinç ve Tüketim

"Düzenli kitap okumanın" faydasız olduğunu anlatan yazı yazmaya karar verdim. Çünkü düzenli kitap okuyan ve hiç bir fayda göremeyen insanlar tanıdım.

Kitap okumayanlar için bir yazı değildir!

Bir dilin temel niteliklerini kelimeleri ve onların anlamları oluşturur. Bunların kullanımı üstüne ayrı bir dünya konuşması üzerine ayrı ve yazması üzerine ayrı bir dünya vardır. Bir bilim dalının en temelini öğrettikleri temel eğitim dönemimiz içinden çıkınca sıradan bir insan olarak binde 5'ine hakim olduğumuzu belirten yazılar var.

Bu araştırmalar bu kelimelerin ne kadarını kullandığımızı da sorguluyorlar. Güzelim dilimizin 1970li yıllar için 90 milyon civarında kelimesinin var olduğu belirlenmiş. Günümüz araştırmaları ise günde 400 kadar kelime kullandığımızı göstermektedir.

Dili geliştirmek, kelime öğrenmek için en temel yöntemimiz kitap okumaktır. Bu konu su götürmez bir gerçektir. Kitap okumak kelime bilgisi sayımızı ve kelimelerin anlam, kullanılış şekli üzerine çok güzel çıkarımlarda bulunmamızı sağlar. Bir tık ileri gidecek olursak, şiir okumak bu durumu daha da geliştirmeyi sağlar. Mecazi anlamlar kelimelerin en uç noktalarını yakalatabilir.

Benim savunduğum hipotez; çok kitap okumak faydasızdır. Dilimizi geliştirmek için çok kelime öğrenmek güzel bir şeydir, sorunda tam burada başlıyor. Bir şeyden çok öğrenmek etkili midir?

Edebi yönüyle, gramer yönüyle bir kitap insana çok şey katar. Buradaki "katmak" fiilinin mühim bir ayrıntısı mevcut. Tüketim toplumunun elamanı olan bizler için kitapları almak okumak ve okuduğumuzu göstermek gibi alışkanlıklar kazandık. "katmak" kelimesi gizli bir iş paketini cümle içine yerleştirmiştir. O da yaptığımız okuma eyleminin sonrasında analize ve senteze daha sonrada gündelik kullanıma geçirme yönündeki ihtiyacın kazanım olabileceğini göstermektedir.

Tüketim toplumunun diline katkı sağlasın diye okuduğu ve seçicilikten bihaber şekilde iç ettiği kitapların analizlerini yapmadan, kendi hayatına sokmadan geçmesi, yani sadece çok kitap okuması hayatına bir şey katmaz. Çok kitap okumak faydasızdır hipotezim deki ilk savunma noktamı bu oluşturmaktadır.

İkinci kısmını daha kısa bir şekilde anlatmak istiyorum; bilinen insan ömrü her türlü mükemmeliyetçilik ile 140-160 yıldır, günümüzde ise ortalama 75 yıldır. Bir kitap için ortalama olarak bir hafta süre geçecek desek, okunacak kitap sayısı bellidir. Bu yıl basılan kitap sayısı 1.142.XXX şeklinde ise her birisi için standart yaşan bir insan ortalama bir hafta ayırsa ve bu süreçte bir ömür buna yetmeyecek demektir. Yani çok kitap okumak yerine, hayatımıza bir şeyler katacak olanlardan ve ömre sığıp yaşama eklenecek şekilde seçmek gereklidir.

5 Haziran 2017 Pazartesi

#Sorgulamak 1: Genel bakış

"Beacuse, we are food for worms"  Ölü Ozanlar Derneği

Bu söz, bir başlangıç ve bir sonun en çarpıcı ve hızlı akışını simgeliyor hepimiz için...
Daha farklı bir kültürden Ortadoğu'dan bir söz alalım;
"İnnâ lillâh ve İnnâ ileyhi Râciûn" bir ölünün ardından dile getirdiğimiz söz...

Her kültürün insan yaşamı üstüne çok mühim düşünceleri var, ortak fikirleri vazgeçilmez lakin. Bunlardan temel olanı ve dünya üstünde şüphe götürmez olanı "ölüm" ve sonun varlığıdır. 
Her din ve inanışta "ölümden sonra" üzerine farklı bir bakış açısı olsa da bir ölümün var olduğu, bu sürece kadar dünya üstünde "görev" yerine getirmek, varoluş için bir "amaç" bulup ona hizmet etmek üzere yaşıyoruz.

Peki bu amaç nedir?

Herkes sorguluyor bunu, herkesin kendince fikri var. Ancak insan bir canlı, doğa üstünde varlığını bir kaç litre su, biraz şeker, yağ ve proteinin kendi içindeki tepkimeleri üzerinden ilerletiyor. Yani öncelikle doğada var oluyor, sonra varlığını sorgulayabiliyor. 

Bu durumda biz bu amaç olgusuna nereden bakıyoruz?

1. Henüz "hayatta kalma çabası" içindeyiz, beynimiz bir sürüngen ya da kuştan farklı çalışmıyor iken sorgulasak; hayatın amacı varlığını sürdürmek olacak. En güzel örneği; 1900lü yılların yaşamı hatta daha gerisi, dünya üstünde salgın hastalıkların varlığı, kazalar ve vaad olan ömrün menopoz olabilmeye yetemediği dönemlerden bahsediyorum. İşte o zaman, tamamen "bilinçaltının" hakim olduğu, hayatta kalmak, çoğalmak ve geriye yaşama şansı yüksek bir döl bırakma felsefesi vardı.

2. Hayatta kalmak artık normal bir hal olunca, yaşam 70 yılı aşınca, yani günümüzde, bilim teknoloji, internet, sağlık, aşılar, gıdalar, mühendislik falan ilerledi. İşte o zaman durum değişti, sorgulama bilince geldi, hayattaki amaç "yaşamı sürdürmek" halini aldı. Yaşamı sürdürmek derken, yaşadığına değen bir ömür geçirmek, çalıştığına değer bir hayat sürmek. "Tüketmek" denilebilir belkide...

3. Tüm bunları aşan, hayatta kalan, hayatını sürdüren insan için, boşluğa düştüğü anda sorgulamaya başladığı şeye gelmek istiyorum. 1950'li yıllardan sonra, batıda biraz daha sorgulanmış, tarihin her noktasında ünlü bir kişinin satırları arasında kendini hissettiren bir durum.

Tarihin başına gidip Aristo'ya bakın, az daha ilerleyip Buda'ya bakın. Benim biraz daha iyi bildiğim Anadolu topraklarına gelince en güzel örneği olarak gördüğüm Şems ve Mevlena'ya bakın. Ya da 1960 yıllar sonrası hümanist felsefeden bir tık ileri gidip, dünyada yapabileceği her şeyi yapabilen bir insan haline gelince içine girilen "depresyonu" sorgulamaya başlayan insanların düşüncelerini anlamaya çalışın.

Durum çok basit;

Doğdunuz...
Yaşıyor ve sağlıklısınız, en azından stabilsiniz...
İşiniz var, eviniz oldu, araba tamam...
Evli ve çocuklusunuz, dünyaya izinizi bıraktınız....
Alabileceğiniz her şeyi, ihtiyacınızı karşılayabileceksiniz....
Zirveye geldiniz, o zaman neden hala buradasınız?

Yol ikiye ayrıldı, dahası var ve onun peşine kalan gücünüzü harcayıp gitmek yani "açgözlü" bir tavır ile yol almak bir seçenekte, durup buraya kadar olanları bir öğreti kabul edip, mezun olduğunuz hayat okulundan sonrasını sorgulamak ikinci seçenek...

Sonuçta hepimiz birer solucan yemi olarak emekli olacağız...

19 Mayıs 2017 Cuma

Sağlıkçının Girişimci Olması

Bir GEP üyesi olarak 2. yazıyı da paylaşmak istiyorum.

Geçen sefer değindiğim konudan ileri farklı bir noktaya değinmek istiyorum bu sefer. Bir sağlıkçı olarak nasıl bu yolda ilerlenebileceğini anlatmak istiyorum. 
Temel eğitim bize her zaman bir fikrin aslında en önemli komponentinin bulan kişi değil ihtiyaç duyan kitle olduğunu göstermektedir. Sağlık sektörü de bu ihtiyaçları görmede bence diğer sektörlerden biraz daha önde giden bir kulvardır. Bunun en  önemli sebebi ise ihtiyacı direk sahibinden dinlemek. Bir doktorun, hemşirenin, bakıcının eğitimi karşısındaki kişiyi yüksek kalitede yaşatmak üstüne kuruludur. Bunun getirisi, insanın yaşam kalitesini bozan durumlar şikayet unsuru olmaktadır. 
Bir kaç örnekle açıklamak gerekirse; araştırmalarda en çok paranın yatırıldığı ortopedik kusurlar, insan yaşamını çok kısaltan kanser ve tedavi yöntemleri, cerrahi aletler denebilir.
Bu örneği cerrahi aletler üzerinden derinleştirmek gerekir bence. Temelde iki farklı yönteme bölsek ameliyat çeşitlerini, en amniyane ismi ile açık ve kapalı desek, aralarındaki farkları çok iyi bilmek gerekir. Bir insanın bedeninin içine ne kadar az temas ederseniz o kadar sorunsuz düzelir. Onun için miladi yöntemler yerini teknolojiye, robotlar, uzun ve küçük bıçaklara bırakmaya başladı. Daha çabuk ayağa kalkma, daha az ağrı çekme gibi faydaları, daha az komplikasyon ve daha zor ve az ulaşılır uygulanması gibi özellikleri var kapalı ameliyatların. 

Değişen teknolojide, insanın yaşam kalitesine yapılabilecek güzel bir katkı alanı da buradaki önemli kulvarları görmek, ihtiyaçları sahibinden dinlemek, acılarına derman olabilmektir. Her sektörde, her kulvarda ve her problemde en güzel çözüm problemi çekenin istediği çözümdür.



Biraz daha ilerisi ve bizle tanışmak için;

13 Mayıs 2017 Cumartesi

İzmir ve Bisiklet

Birçok kentten daha güzel bir şeye sahiptir İzmir. Kocaman bir bisiklet sevgisine. Özgürlük pedallarda, sağlık için çevrilen pedallarla...


Mesela sahilde bisiklet sürmek istersiniz, son noktasına gelince bayrağa selam verirsiniz. Arada hissettiğiniz o güzel rüzgar ayrı bir güzelliğidir.




Ya da bir yere gelirsiniz gün batımı çıkar karşınıza. Etkilenmemek ne çare, üstüne bir de oturup izlersiniz. En sesli yerine bile ufak bir fark atan mesafede, hiç bir yerde olmayacak manzarlar bulursunuz.

Ökkeş Zortuk (@hikayeci_)'in paylaştığı bir gönderi ()

Ve dostluklarınız vardır, onlar ile pedallarsınız. Güzel ve eğlenceli rotalara.

3 Mayıs 2017 Çarşamba

Bayram Kutlaması

Mayıs ayının önemli günlerinden birisi de bugündür...

Türkçülük Günü

Benim içinde değerli olan, bugünlerde bir kez daha anlamamız gereken bir gündür; Türkçülük Günü. Burada anlatmak istediğim gaye açık ve net, söylemekten korktuğumuz, çekinip bir nevi ırkçılık yaparız diye uzak durduğumuz ama aksine bir tür sindirme konumuna girmiş bir konudur Türkçülük

Türk Devletleri

Atalarımızdan gelen, dedelerimizden gelen bu toprak üstünde, bu topraktan öte dünya üstünde, orta doğuda, Hazar Denizi'nin çevresinde, Karadeniz'de, Anadolu'da hatta Kıbrıs'ta, Balkanlar'da yaşayan onlarca insanın ortak kültürel geçmişini oluşturan bir öğedir. 


Bütün bunlardan öte Türk olmak demek, Türkiye Cumhuriyeti'nin bir vatandaşı olmak, kendini bu ülkenin bir ferdi kabul etmek, bu ülkeye katkıda bulunmak, ortak bir mirasın paydası olmak demek. Diğer tüm milletler gibi var olmak, atamızdan kalan mirasın peşinde koşan, ileriye giden olmak demek. Savaşmak demek, cehaletle savaşmak, zalimle savaşmak, mazluma el uzatmak demek. 

Günümüzde geldiğimiz nok"Ben Türk'üm!" demek!
tada, artık bu kelime ardına utanan insanlara inat,

Ülkesine, ailesine, kendisine iyilik yapan, her nerede yaşarsa yaşasın kendini bu vatanın bir derdi olarak gören, bu vatan için ölmekten çok yaşamayı seçen herkesin Türkçülük Günü kutlu olsun.

1 Mayıs 2017 Pazartesi

Yaşamak için Çalışmak

1889, 1 Mayıs dönemi, Malburne'de ortaya çıkan, 12 saat 6 günlük çalışma durumunu değiştirip, 8 saate indirmek üzere yapılan protestolar ile alev alan, ön yargının yıkıldığı, çalışmanın sadece iş yapmak olmadığı, bir kuşağın "çalışmak için yaşamak" anlayışının sarsıldığı dönemlerden kalma bir gündür.

Bir "Y" kuşağı bireyi olarak, içinde bulunduğum tüketim toplumunun o günlerden gelen bakış açılarına karşı çıkıyorum. Benden önceki nesillerin "çalışmak için yaşamak" anlayışına karşı çıkıyorum. Benden sonrakilerin "tüketici yaşam" izlemelerine karşı çıkıyorum. 

Bir tür protesto olsun bu da...

Üreten herkesin, birlikte çalışan herkesin, unvanlarından sıyrıldıktan sonra aynı masada oturan her bireyin, işleyişiyle önce insanlığı, kendini, ülkesini kalkındırmayı hedefleyenlerin " Emek ve Dayanışma Günü"nü kutlarım."

Hem kolektif, hem de individüalist bir hayatın içinde, önce kendimiz için sonra kendi gücümüz ile ailemiz, dostlarımız, ülkemiz ve dünya için yaşadığımız bir gelecek için....

28 Nisan 2017 Cuma

Medikal Girişim ve Yerli Üretim

Ege Üniversitesi içerisinde yer aldığım bir ekip olan GEP topluluğundan edindiğim bilgiler üzerine ufak tefek paylaşımlarda bulunmak için bir kategori oluşturup burada kendi görüşlerimi paylaşmak istiyorum.


Girişimcilik tanımlarına girmek yerine bir sağlıkçı ve ya sağlık alanında yapılabilecek girişimleri anlatmak için kısa bir yazı paylaşmak istiyorum. 
Tüketim temeli toplum içinde, en kolay girişim tüketimi üretmektir. Yenilik konusu kadar önemli olan bir başka nokta da yerli üretimdir. Biz girişimcilerin iki önemli görevi vardır. Bunlardan ilki inovasyon oluşturmak, ikincisi ise yerli üretim yapmak. Bütün bunlar içinde ise topluma bir katma değer kazandırmaya da öncülük edilmektedir. 
Sağlık alanı da bu noktada önemli bir yer tutmaktadır. İlaçlar, aletler, sarf malzemeleri gibi onlarca ürün yurt dışından alınmakta ya da yabancı yatırımcılar tarafından ülkemizde üretilmektedir. Biz, sağlık alanında girişim yapmak isteyenler için önemli noktada budur. 
Ülkemizde sağlık alanında girişim yapmak isteyen bir girişimci için, yerli üretim sağlamak su an için inovasyon kadar değerlidir.



Farklı bir yapı olan "Girişim Elçileri Programı" nedir öğrenmek için tıklayınız...

17 Nisan 2017 Pazartesi

Birlikteliğin hikayesi #Snellman

Uzun zamandır yazmayı düşündüğüm ama ileri tarihlere bıraktığım ve bence hepimizin kim olduğunu bilmemiz gerektiğini düşündüğüm, bilinmeyi hak eden birisi...
Johan Vilhelm Snellman, Fin filozof, yazar, diplomat.

Bazı ülkeler bir lider ışığında, bazı ülkeler ile halk ile varlık yolundaki ilk adımı atarlar. Ayağa kalkmak için hangi yol olursa olsun, hep birlikte ayağa kalkılınca bu yol tamamlanır. 
Finlandiya, yani bataklıklar ülkesi, öncesinde İsveç sonrasında Rus işgali, yaşadığı manda hayatı ile sıkışmış bir konumdaki ülkeydi, 1800'lerde. Bunun sonunda artık insanlar bir şeyi fark etti, "BİLGİ GÜÇTÜR.". Bu farkındallık bir anda her kesime ulaşmadı, önce ülkenin aydınları tarafından dillendirildi.

John Vilhelm SNELLMAN, bu dönemde önemli adımlar atmış aydınlardan birisidir. Tek başına gidilmeyecek yoldaki önemli güçlerden birisidir. Bu süreçte yaptıklarını ufak bir şekilde sıralamak gerekir ise; okumanın ve eğitimin önemini anlatmış. Bunu yapmak için ülkenin en ücra köşelerinde eğitim veren, halka halkın diliyle dünyayı anlatan, ekonomi-sağlık-siyaset anlatan insanlardan birisidir. 

1881 yılında hayatını kaybeden Snellman, bu süreç içerisinde, okul müdürlüğü, kitap yazarlığı, parlemante üyeliği gibi çeşitli görevler yaptı. Hayatı "Beyaz Zambaklar Ülkesinde" isimli kitap ile anlatılmaktadır. 12 Mayıs günü Finlandiya'da "Snellman günü" olarak kutlanır.

Daha biyografik şeyler okumak isteyenler için link buradadır!

24 Mart 2017 Cuma

Birazda müzik

Aslında eğlenceli şeyler var ama ufak yabancı kökenli iki listeyi açık paylaşmak istiyorum...


Enerjik bir güne başlangıç için, bpm değeri aşırı yüksek olmayan parçalar ile ;

Goodmorning Mood Listesi

Müzik listesi için sağ taraftaki fotoya tıkalyabilirsiniz...


İkinci liste ise kitap okumayı sevenler için bir liste, çok fazla beyaz tonlar içermese de akışına uydu diye düşünüyorum.

Booktrack Listesi

Buradaki parçalar içinde hemen soldaki fotoya tıklarayak listeyi görebilirsiniz.


Yeni bir liste olarak Türkçe ve yeni müziklerden oluşan sıradaki listem; Modernize
Bu listenin şarkılarını paylaşmayacağım, zaman ile değiştireceğim çünkü. Dinlemek isteyenler için linki isminde gizli.

Sıradaki ise yeni düzenlemeyi yaptığım aya, Kasım ayına, benim için güzelliklerin olduğu bir öneme ait... İçindeki her şarkı yeni bakış açılarını getiriyor bana diyebilirim.Sweet November For Scorpio

Bir ara liste sayısını çoğaltacağım, yazıyı revizyonlar ile büyüteceğim.
Spotify kullanıcı adım: O.zortuk

Edit 1: 11.04.2017
Edit II: 25.11.2018

11 Mart 2017 Cumartesi

Bir bahar günü...

Masamda eski kitaplar, fonda bir türkü, aylardan mart, çiçeklerin nefes alma vakti gelmiş.

Aslında bütün bu güzelliklerde göremediğimiz çok şey daha var. Mesela nefes alabildiğinizi hissedemeden nefes almanız gibi.

"Tükenmişlik sendromu; istemsizliklerin dünyasının bedene verdiği amansız yorgunluk ve mutsuzluk hissi. Stres odağı..."


Ülkemiz tv dizisinden farksız halde, eğitimimiz "EGO" baskısı altında sessiz ve sedasız şekilde yok olurken, 25 yıllık ömrümün 20 yılını okuma-öğrenme-araştırmaya verdiğim halde garip bir mutluluk var içimde.
Çevremde okudukça saygısını yitiren, en başta kendine bile saygı duymayan insanların sayısı arttıkça, öğretmenlerimden bana "nasıl olmamam" gerektiğini anlatmak üzere hal ve tavırlar içerisinde iken, hala baharın geldiğini görecek kadar tükenemedim. 

Mesela çözüm basit;

Ufak bir müzik;

26 Şubat 2017 Pazar

İzler.... UNUTMAMAK GEREK... #Hocalı

26 Şubat 1992 yılından kalma bir izi paylaşmak gerekli, o gün orada olanları yad etmek için.

Aşağı yukarı insan hakları ile ilgili tüm komisyonlar tarafından kabul edilen veriye göre, Ermenisyan 366. Motorize Alayı tarafından, İnsan Hakları Örgütüne göre 161 den fazla, Azerbaycan verilerine göre 485-613 kişi arasında insanın katledildiği önemli bir olaydır. 

Günümüzde pek ulaşılmayan bir EU sayfası da bu konu üzerine bildirgeyi içermektedir.

Burada sanatın gücüne inanışımdan dolayı, vahşetin görüntülerinden öte, yaşanan bu vahim olayı insanın ruhunda hissettireceğine inandığım bir videoyu paylaşıyorum.



İnsan hayatının kutsiyetine inanan herkese saygılarımla.

19 Şubat 2017 Pazar

İnsan 4.0



Aslında burada önemli bir durum var orijinali "Sanayi 4.0" olan 4. sanayi devrimini anlatan bu deyim bence "İnsan 4.0" olarak da anılmalı.

İlk olarak endüstrideki şu 4.0 olayına bakmak gerek; günümüz akıllı dünyasındaki dokunuşlar ve teknoloji iletişimi, duygusal tepkiler verebilen cihazlar, karşınızda sizinle sizin hislerinize göre yontulan cihazlar mevcut. Bunun getirisi olarak kişiselleştirilmiş bir dünyanın en önemli parçası insanın kendisi olmaya başladı. Nesneler ile bağıntılı üretimlerdeki hata payları çok minimalize edildi.

Bunun insan üstündeki etkisi içinde geniş bir perspektife ihtiyacımız var diye düşünüyorum. Biraz daha çok insanların durumlar karşısında algı değişimlerini düşünüyorum ve genelde bu alandaki gözlemlerimi paylaşıyorum. "İnsan 4.0" diye tanımladığım bu konu, endüstrinin gelişimini yani ateşin icadı ve ya ilk aletin yapılmasından başlayıp, sanayi devriminde şaha kalkan, içinde bulunduğumuz uzay çağında artık ivmeyi yükselterek ilerleyen bir durumdan ibaret. İşte bu noktada biz insanlar sizce nasıl etkilendik?


Bu dönüşüm insan üstünde öncelikle bilgisel farklılık ortaya çıkardı. İnsanlar ilk versiyonlarında diye tabir edeceğimiz dönemde amaç hayatta kalmak diyerek yaşıyorlardı. İkinci nesil, haberleşmeyi çözdü, yazıyı buldu, alet geliştirdi. Üçüncü nesilleri bence sanayi devrimini yapanlar idi. "İnsan 4.0" ise yapay zeka, sosyal medya, IOT gibi durumlar ile yaşayan, teknolojiyi kitlesel nitelikler kadar kişiselleştirerek yöneten kısım oluşturmakta.

Biz insanlar geçen bu dönemlerde farklı bakış açıları geliştirdik. Toplumsal olarak, önceleri amaç hayatta kalmak iken, şimdi hayatını yaşamak şekline döndü. Bir arada olmak güç iken şimdi bir arada olmak etkileşmek oldu. Geçmişte çokluk fiziksel güç ifade ederken şimdi çokluk farklı bakış açıları ve bunlara bağlı ortaya çıkan gelişmiş üretim ve ürünler haline döndü.

15 Şubat 2017 Çarşamba

Düzen ve Değişim

Gözlemler, düşünceler analizleri gösterir.

Güzel bir değişim döneminde yaşıyoruz, dünya üzerinde 2. Dünya Savaşı ve sonrasında doğanları, onların çocuklarını, internete doğan çocukları ve sosyal medya çocuklarını taşıyor. Bence taşımak konusunda zorlanıyor.

Ufak tefek değil kocaman farklar ile yaşıyor bu bireyler.

Savaşı görenler savaştaki iteat dünyasında...
Çocukları savaşsız bir dünya için yaşamakta...
İnterneti görenler, bilginin gücünü hissetmiş, bilgi ile güçlenmekte...
Sosyal medyayı yaşayanlar, duyduklarına inanmadan önce görmeyi tercih etmekte...

Bütün bunlar için de bu grupların kendilerince farklı bakışları var tabii olarak. Mesela çalışmak ve yaşamak dengesl; kimisine göre yaşamak için çalışmak, kimisine göre çalışmak için yaşamak şeklinde.

Düşünün sizin için yaşamak nedir ?

Bir çok nesilden gelen farklı bakış açıları sonuç olarak çatışma demek. Ama mühim bir durum var ; bir grubumuz iteati çok mühim görmekte ama kişiye iteat etmeyi. Yeni nesiller ise yani bilgiye doğan nesiller, sadece bilgiye ve onun gücüne iteat etmekte.

Günümüz yaşamında çatışma ortada, bilginin gücü mu kişinin gücü mü?

Ben net bir şekilde bilgi diyorum çünkü kişinin gücü için savaşanlar 75 yıllık dünya yaşam süresinin 50-60 yılını doldurmuş, fani dünyada son güçlerini kullanan nesil olarak yaşamlarını sürdürmektedirler.

12 Şubat 2017 Pazar

Şiir okumak

Şiir okumak...

Bu metinde yer alanlar, son olarak karşılaştığım ve dinlediğim şiirlerde hissettiğim, şahsıma muasır bir eleştirinin paylaşılmasıdır.
Bu site de kendi kişisel görüşlerimi paylaşım yerdir.

Genel olarak üçe bölmek en mantıklısı gibi geldi bana;

1. Sahibinin okuması
2. Profesyonelin okuması
3. Sevenin ya da paylaşmak isteyenin okuması

Şeklinde sınıflandırmak bana en güzel geleni. Bunun ile ilgili örnekler de vermek istiyorum ama önce düşüncemi paylaşmak isterim.

Okumak için çok önemli bir şey var; o da şiirin "ruhu" ... Bunu bilen kimler var? Bence yalnızca sahibi, ona bunu yazdıran dünya size onun yaşadığını nasıl yaşatmış olsun ki. Çok güzel şairlerin çok derin şiirlerinde hissediyorum bir çok şeyi, hatta bir çok şeyi böyle düşünüyorum.

Şiirleri okuyorum, hissediyorum. Dinliyorum daha çok hissediyorum. Yaşamdan dinliyorum, daha da çok hissediyorum.

Kitabı elime alıp, onlarca kez okudum bir şiiri, bir de sahibinden dinledim. Bir orotoryoda dinledim, bir dizide dinledim.

Okuma ile ilgili bence en büyük sorun, şiire eşlik eden müzik ile öncelik farkı. Şiir okurken, müzik eşlik eder. Şarkı söyler iken şiir. Belki de en büyük hata budur benim hissettiğim. Bükülmüş, frekansı- tınısı değişmiş ses şiirin nüanslarını bırakıp kulak zarının yüzeyini tırmalama işine giriyor.

Bir de kendi ağzından dinleyin.

Attila İlhan 3. Şahsın şiiri

Sonra okurken atladığınız o "jezebel" kim bir de ona bakın tarihin en eski sayfalarından...

2 Şubat 2017 Perşembe

Meritokrasi

Bu sefer, siyasi bilimlerden bir noktada ufak bir bilgi paylaşmak istedim. Yönetim tiplerinin tartışıldığı dünyamız içerisinde, bir de farklı gözle bakmamız gereken durum var.

Yönetim şekillerini ilkokuldan beri anlatırlar, ülkemize Atamızın en çok yakışır gördüğü yönetim şekli "Demokrasi" şeklidir. Bunun bile kendi içinde şekilleri var. Örneğin, site devletlerindeki "tam katılımlı demokrasi" gibi herkesin her konuda fikrini belirttiği ya da bizim ülkemiz gibi "yarı katılımlı demokrasi" şeklinde bizim adımıza işleri hızlandıracak bir meclisin görev aldığı demokrasi türü.

Bütün bunlar dışında ütopik bir durumdan bahsetmek istiyorum; MERİTOKRASİ

Tek cümlede tanımlar isek; yönetmeyi hak edenlerin yönetmesi anlamına geliyor. Ama böyle bir şekilde bakınca durum biraz daha sert gibi duruyor. İktidarın kaynağı bilgi ve bilgiyi yönetmeye dayanıyor. Ama konuyu az derinden inceleyelim;


  • Kamu yönetimi: burada görev alacak kişinin, görev alacağı alanda yetkin ve bilgili olması şartı, buraya gelirken bunları objektif bir şekilde ispatlaması gibi bir durum mevcuttur.
    Örnek olarak; Osmanlı Devleti, Devşirme sistemi gösterilebilir.
  • Liyakat: kelime anlamı "yaraşırlık" (TDK'dan baktım) demek, sistemin özünü oluşturan mantalite budur.
Ufak bir manifesto ile bu sisteme bakacak olursak;

İngiliz Meristokrasi Partisi Manifestosu;


  1. Kayırmacılık yoktur: Ailenizin değil, sizin kim olduğunuz önemlidir.
  2. Yandaşçılık yoktur: Başkalarının sizin için ne yapabildiği değil, sizin ne yapabildiğiniz önemlidir.
  3. Ayrımcılık yoktur: Cinsiyet, ırk, din, yaş, geçmiş önemsizdir. Yetenek her şeydir.
  4. Eşit imkânlar: Herkesle aynı noktadan başlar ve yeteneklerinizin sizi götürdüğü yere gidersiniz.
  5. Tatminkar erdemler: En başarılı insanlar, en yüksek tatmine erişirler.

Demokrasinin okulda öğretilen tanımlamaları ile karşılaştırmak, bunları kıyaslamak ve halkın herkesimi için durumu gözetlemek de biz okurlara kalmıştır.

Liyakat üstüne Yusuf Has Hacib'den Kutagu Bilig'den seçmeler okumak için...
Parti üzerine okumak isteyenler için: Meritocracyparty

14 Ocak 2017 Cumartesi

Yaşamın önemi nedir?





Değerlendirmeler, insan yaşamının önemini tartışmak üzerine yapılınca güzel bir soru ortaya çıkıyor;
"Ömür denen bu süreç acaba nasıl bir süreç?"

Kişisel görüşümden biraz da objektif bulgulardan bahsetmek istiyorum. Öncelikle biraz tarih ile başlayalım.

Yaşamın ilk dönemlerinden başlayacak olsak, doğada tek başına bir insanın hayatta kalabileceği süre olgun bir yetişkinlik süresinin sonunu geçmez idi. Bunun ardına ortaya çıkan dönemlerde bu süre biraz değişse de son yüzyıla kadar çok büyük farklılıklar göstermemiştir. 
Savaşların olduğu dönemde, toplayıcılık olan dönemde, sanayi devrinde önce fiziklsel çalışmanın ön planda olduğu dönemlerde hayatın en kısa olan yönü geçen süresiydi.

20. yüzyıl ile birlikte ortaya bilim çıktı, makineler çıktı ve sonuç, yaşamımız uzadı. Bu dönemin sonunda ortalama 20-30 yıl kadar ömrümüz uzadı. Farklı bir istatistik ile bakacak olursak, menapoza giren kadınlar hayatımıza girdi.

Bugün için bakcak olursak, ortalama olarak 75 yıllık bir yaşama sahibiz. Bu sürecin ilk 2 yılı anne yanında, sonraki 3 yılı oyun alanında, ortalama 60. ayında okul mecrasında geçmektedir. Burada başlayan serüven, ortalama olarak 15 yıl boyunca okulda geçmektedir. Gençlik fırtınası geride kalırken, enerji biterken, daha düşünüp ben kimim demeden bir meslek seçip, onun izine gitmeye başlamış oluruz. Sonrasında toplum ve içgüdülerimiz bizi çoğalmaya iter, evleniriz, üreriz. Ortalama olarak 65 yaşında emekli oluruz, kalan 10 yılımızı da o çalışma süreci boyunca kazandığınız tahmini olarak hayatınıza minimal konfor katacağına inandığınız bir başarıya adım atmışsınızdır. Hayatınızın geriye kalanı ölümsüz olmak için yaşamınıza kattığınız en büyük miras olan çocuklarınız ve bu çalışma sürecinizde elde ettiğiniz ufak birikimleriniz ile geçer.

Burada ufak bir sorgu ortaya çıkmaktadır.

"Doğumun ilk anında nefes aldık, yaşadık, peki sonra o nefesi almayı sürdürdük mü?"

Hayat kısa ama benim düşünceme göre, yaşayabileceğimiz her şeyi yapabileceğimiz kadar uzun.

7 Ocak 2017 Cumartesi

Oranlar ve Orantılar

Hario V60, A seriously clean and flavourful cup.: Aslında genel olarak hayata bir tutam tuz katarak başladığımız "Türk Aile Yaşamından" yola çıkarsak, kurallara uymak yerine yorumlamak hepimizin daha çok işine gelen durumdur. Bazen de bu durumda biraz olsun kurallara uymak gerekir.
Deneme ve yanılmalar, tecrübeler ile sonuca varmak çok basit aslında.
Bir de olaya farklı bir yerden bakalım, kuralları ile kahve...

Tatlar, oran ile gelir. Kurallara prosedürlere uyarak elde edilir denir. Mesela, bir gram kahveye 15 gram su katararak orta dereceden bir kahve elde edersiniz. Ama yumuşak isterseniz 17 gram katın, sert isterseniz 12 gram, belkide sizin için ideal olanı 13 gramdır.

Uzmanlar 1 e 15 diyor bilelim ama...

Bu kuralların güzel bir tarafı var ama farkındaysanız. O da azda olsa sınırları görmenizi sağlar. Deneme yanılma yapmak için alanı daraltır. Mesela 1 gram kahveye 25 gram katarak aslında çok çok az esans alacağını baştan görürsünüz. Bu sayede ortadan başlayıp istediğiniz yöne girseniz damağınızı mutlu edersiniz.

Kuralları bilmek güzeldir, uymak konusun tartışmalı. Sonuçta kuralları yönergeleri biz çıkardık, ana "normal şartlar" hepimizde aynı olmadığına göre "NŞA"da biz biz değiliz.