Bu Blogda Ara

Translate

19 Mayıs 2017 Cuma

Sağlıkçının Girişimci Olması

Bir GEP üyesi olarak 2. yazıyı da paylaşmak istiyorum.

Geçen sefer değindiğim konudan ileri farklı bir noktaya değinmek istiyorum bu sefer. Bir sağlıkçı olarak nasıl bu yolda ilerlenebileceğini anlatmak istiyorum. 
Temel eğitim bize her zaman bir fikrin aslında en önemli komponentinin bulan kişi değil ihtiyaç duyan kitle olduğunu göstermektedir. Sağlık sektörü de bu ihtiyaçları görmede bence diğer sektörlerden biraz daha önde giden bir kulvardır. Bunun en  önemli sebebi ise ihtiyacı direk sahibinden dinlemek. Bir doktorun, hemşirenin, bakıcının eğitimi karşısındaki kişiyi yüksek kalitede yaşatmak üstüne kuruludur. Bunun getirisi, insanın yaşam kalitesini bozan durumlar şikayet unsuru olmaktadır. 
Bir kaç örnekle açıklamak gerekirse; araştırmalarda en çok paranın yatırıldığı ortopedik kusurlar, insan yaşamını çok kısaltan kanser ve tedavi yöntemleri, cerrahi aletler denebilir.
Bu örneği cerrahi aletler üzerinden derinleştirmek gerekir bence. Temelde iki farklı yönteme bölsek ameliyat çeşitlerini, en amniyane ismi ile açık ve kapalı desek, aralarındaki farkları çok iyi bilmek gerekir. Bir insanın bedeninin içine ne kadar az temas ederseniz o kadar sorunsuz düzelir. Onun için miladi yöntemler yerini teknolojiye, robotlar, uzun ve küçük bıçaklara bırakmaya başladı. Daha çabuk ayağa kalkma, daha az ağrı çekme gibi faydaları, daha az komplikasyon ve daha zor ve az ulaşılır uygulanması gibi özellikleri var kapalı ameliyatların. 

Değişen teknolojide, insanın yaşam kalitesine yapılabilecek güzel bir katkı alanı da buradaki önemli kulvarları görmek, ihtiyaçları sahibinden dinlemek, acılarına derman olabilmektir. Her sektörde, her kulvarda ve her problemde en güzel çözüm problemi çekenin istediği çözümdür.



Biraz daha ilerisi ve bizle tanışmak için;

13 Mayıs 2017 Cumartesi

İzmir ve Bisiklet

Birçok kentten daha güzel bir şeye sahiptir İzmir. Kocaman bir bisiklet sevgisine. Özgürlük pedallarda, sağlık için çevrilen pedallarla...


Mesela sahilde bisiklet sürmek istersiniz, son noktasına gelince bayrağa selam verirsiniz. Arada hissettiğiniz o güzel rüzgar ayrı bir güzelliğidir.




Ya da bir yere gelirsiniz gün batımı çıkar karşınıza. Etkilenmemek ne çare, üstüne bir de oturup izlersiniz. En sesli yerine bile ufak bir fark atan mesafede, hiç bir yerde olmayacak manzarlar bulursunuz.

Ökkeş Zortuk (@hikayeci_)'in paylaştığı bir gönderi ()

Ve dostluklarınız vardır, onlar ile pedallarsınız. Güzel ve eğlenceli rotalara.

3 Mayıs 2017 Çarşamba

Bayram Kutlaması

Mayıs ayının önemli günlerinden birisi de bugündür...

Türkçülük Günü

Benim içinde değerli olan, bugünlerde bir kez daha anlamamız gereken bir gündür; Türkçülük Günü. Burada anlatmak istediğim gaye açık ve net, söylemekten korktuğumuz, çekinip bir nevi ırkçılık yaparız diye uzak durduğumuz ama aksine bir tür sindirme konumuna girmiş bir konudur Türkçülük

Türk Devletleri

Atalarımızdan gelen, dedelerimizden gelen bu toprak üstünde, bu topraktan öte dünya üstünde, orta doğuda, Hazar Denizi'nin çevresinde, Karadeniz'de, Anadolu'da hatta Kıbrıs'ta, Balkanlar'da yaşayan onlarca insanın ortak kültürel geçmişini oluşturan bir öğedir. 


Bütün bunlardan öte Türk olmak demek, Türkiye Cumhuriyeti'nin bir vatandaşı olmak, kendini bu ülkenin bir ferdi kabul etmek, bu ülkeye katkıda bulunmak, ortak bir mirasın paydası olmak demek. Diğer tüm milletler gibi var olmak, atamızdan kalan mirasın peşinde koşan, ileriye giden olmak demek. Savaşmak demek, cehaletle savaşmak, zalimle savaşmak, mazluma el uzatmak demek. 

Günümüzde geldiğimiz nok"Ben Türk'üm!" demek!
tada, artık bu kelime ardına utanan insanlara inat,

Ülkesine, ailesine, kendisine iyilik yapan, her nerede yaşarsa yaşasın kendini bu vatanın bir derdi olarak gören, bu vatan için ölmekten çok yaşamayı seçen herkesin Türkçülük Günü kutlu olsun.

1 Mayıs 2017 Pazartesi

Yaşamak için Çalışmak

1889, 1 Mayıs dönemi, Malburne'de ortaya çıkan, 12 saat 6 günlük çalışma durumunu değiştirip, 8 saate indirmek üzere yapılan protestolar ile alev alan, ön yargının yıkıldığı, çalışmanın sadece iş yapmak olmadığı, bir kuşağın "çalışmak için yaşamak" anlayışının sarsıldığı dönemlerden kalma bir gündür.

Bir "Y" kuşağı bireyi olarak, içinde bulunduğum tüketim toplumunun o günlerden gelen bakış açılarına karşı çıkıyorum. Benden önceki nesillerin "çalışmak için yaşamak" anlayışına karşı çıkıyorum. Benden sonrakilerin "tüketici yaşam" izlemelerine karşı çıkıyorum. 

Bir tür protesto olsun bu da...

Üreten herkesin, birlikte çalışan herkesin, unvanlarından sıyrıldıktan sonra aynı masada oturan her bireyin, işleyişiyle önce insanlığı, kendini, ülkesini kalkındırmayı hedefleyenlerin " Emek ve Dayanışma Günü"nü kutlarım."

Hem kolektif, hem de individüalist bir hayatın içinde, önce kendimiz için sonra kendi gücümüz ile ailemiz, dostlarımız, ülkemiz ve dünya için yaşadığımız bir gelecek için....

28 Nisan 2017 Cuma

Medikal Girişim ve Yerli Üretim

Ege Üniversitesi içerisinde yer aldığım bir ekip olan GEP topluluğundan edindiğim bilgiler üzerine ufak tefek paylaşımlarda bulunmak için bir kategori oluşturup burada kendi görüşlerimi paylaşmak istiyorum.


Girişimcilik tanımlarına girmek yerine bir sağlıkçı ve ya sağlık alanında yapılabilecek girişimleri anlatmak için kısa bir yazı paylaşmak istiyorum. 
Tüketim temeli toplum içinde, en kolay girişim tüketimi üretmektir. Yenilik konusu kadar önemli olan bir başka nokta da yerli üretimdir. Biz girişimcilerin iki önemli görevi vardır. Bunlardan ilki inovasyon oluşturmak, ikincisi ise yerli üretim yapmak. Bütün bunlar içinde ise topluma bir katma değer kazandırmaya da öncülük edilmektedir. 
Sağlık alanı da bu noktada önemli bir yer tutmaktadır. İlaçlar, aletler, sarf malzemeleri gibi onlarca ürün yurt dışından alınmakta ya da yabancı yatırımcılar tarafından ülkemizde üretilmektedir. Biz, sağlık alanında girişim yapmak isteyenler için önemli noktada budur. 
Ülkemizde sağlık alanında girişim yapmak isteyen bir girişimci için, yerli üretim sağlamak su an için inovasyon kadar değerlidir.



Farklı bir yapı olan "Girişim Elçileri Programı" nedir öğrenmek için tıklayınız...

17 Nisan 2017 Pazartesi

Birlikteliğin hikayesi #Snellman

Uzun zamandır yazmayı düşündüğüm ama ileri tarihlere bıraktığım ve bence hepimizin kim olduğunu bilmemiz gerektiğini düşündüğüm, bilinmeyi hak eden birisi...
Johan Vilhelm Snellman, Fin filozof, yazar, diplomat.

Bazı ülkeler bir lider ışığında, bazı ülkeler ile halk ile varlık yolundaki ilk adımı atarlar. Ayağa kalkmak için hangi yol olursa olsun, hep birlikte ayağa kalkılınca bu yol tamamlanır. 
Finlandiya, yani bataklıklar ülkesi, öncesinde İsveç sonrasında Rus işgali, yaşadığı manda hayatı ile sıkışmış bir konumdaki ülkeydi, 1800'lerde. Bunun sonunda artık insanlar bir şeyi fark etti, "BİLGİ GÜÇTÜR.". Bu farkındallık bir anda her kesime ulaşmadı, önce ülkenin aydınları tarafından dillendirildi.

John Vilhelm SNELLMAN, bu dönemde önemli adımlar atmış aydınlardan birisidir. Tek başına gidilmeyecek yoldaki önemli güçlerden birisidir. Bu süreçte yaptıklarını ufak bir şekilde sıralamak gerekir ise; okumanın ve eğitimin önemini anlatmış. Bunu yapmak için ülkenin en ücra köşelerinde eğitim veren, halka halkın diliyle dünyayı anlatan, ekonomi-sağlık-siyaset anlatan insanlardan birisidir. 

1881 yılında hayatını kaybeden Snellman, bu süreç içerisinde, okul müdürlüğü, kitap yazarlığı, parlemante üyeliği gibi çeşitli görevler yaptı. Hayatı "Beyaz Zambaklar Ülkesinde" isimli kitap ile anlatılmaktadır. 12 Mayıs günü Finlandiya'da "Snellman günü" olarak kutlanır.

Daha biyografik şeyler okumak isteyenler için link buradadır!

24 Mart 2017 Cuma

Birazda müzik

Aslında eğlenceli şeyler var ama ufak yabancı kökenli iki listeyi açık paylaşmak istiyorum...


Enerjik bir güne başlangıç için, bpm değeri aşırı yüksek olmayan parçalar ile ;

Goodmorning Mood Listesi

Müzik listesi için sağ taraftaki fotoya tıkalyabilirsiniz...


İkinci liste ise kitap okumayı sevenler için bir liste, çok fazla beyaz tonlar içermese de akışına uydu diye düşünüyorum.

Booktrack Listesi

Buradaki parçalar içinde hemen soldaki fotoya tıklarayak listeyi görebilirsiniz.


Yeni bir liste olarak Türkçe ve yeni müziklerden oluşan sıradaki listem; Modernize
Bu listenin şarkılarını paylaşmayacağım, zaman ile değiştireceğim çünkü. Dinlemek isteyenler için linki isminde gizli.

Sıradaki ise yeni düzenlemeyi yaptığım aya, Kasım ayına, benim için güzelliklerin olduğu bir öneme ait... İçindeki her şarkı yeni bakış açılarını getiriyor bana diyebilirim.Sweet November For Scorpio

Bir ara liste sayısını çoğaltacağım, yazıyı revizyonlar ile büyüteceğim.
Spotify kullanıcı adım: O.zortuk

Edit 1: 11.04.2017
Edit II: 25.11.2018

11 Mart 2017 Cumartesi

Bir bahar günü...

Masamda eski kitaplar, fonda bir türkü, aylardan mart, çiçeklerin nefes alma vakti gelmiş.

Aslında bütün bu güzelliklerde göremediğimiz çok şey daha var. Mesela nefes alabildiğinizi hissedemeden nefes almanız gibi.

"Tükenmişlik sendromu; istemsizliklerin dünyasının bedene verdiği amansız yorgunluk ve mutsuzluk hissi. Stres odağı..."


Ülkemiz tv dizisinden farksız halde, eğitimimiz "EGO" baskısı altında sessiz ve sedasız şekilde yok olurken, 25 yıllık ömrümün 20 yılını okuma-öğrenme-araştırmaya verdiğim halde garip bir mutluluk var içimde.
Çevremde okudukça saygısını yitiren, en başta kendine bile saygı duymayan insanların sayısı arttıkça, öğretmenlerimden bana "nasıl olmamam" gerektiğini anlatmak üzere hal ve tavırlar içerisinde iken, hala baharın geldiğini görecek kadar tükenemedim. 

Mesela çözüm basit;

Ufak bir müzik;

26 Şubat 2017 Pazar

İzler.... UNUTMAMAK GEREK... #Hocalı

26 Şubat 1992 yılından kalma bir izi paylaşmak gerekli, o gün orada olanları yad etmek için.

Aşağı yukarı insan hakları ile ilgili tüm komisyonlar tarafından kabul edilen veriye göre, Ermenisyan 366. Motorize Alayı tarafından, İnsan Hakları Örgütüne göre 161 den fazla, Azerbaycan verilerine göre 485-613 kişi arasında insanın katledildiği önemli bir olaydır. 

Günümüzde pek ulaşılmayan bir EU sayfası da bu konu üzerine bildirgeyi içermektedir.

Burada sanatın gücüne inanışımdan dolayı, vahşetin görüntülerinden öte, yaşanan bu vahim olayı insanın ruhunda hissettireceğine inandığım bir videoyu paylaşıyorum.



İnsan hayatının kutsiyetine inanan herkese saygılarımla.

19 Şubat 2017 Pazar

İnsan 4.0



Aslında burada önemli bir durum var orijinali "Sanayi 4.0" olan 4. sanayi devrimini anlatan bu deyim bence "İnsan 4.0" olarak da anılmalı.

İlk olarak endüstrideki şu 4.0 olayına bakmak gerek; günümüz akıllı dünyasındaki dokunuşlar ve teknoloji iletişimi, duygusal tepkiler verebilen cihazlar, karşınızda sizinle sizin hislerinize göre yontulan cihazlar mevcut. Bunun getirisi olarak kişiselleştirilmiş bir dünyanın en önemli parçası insanın kendisi olmaya başladı. Nesneler ile bağıntılı üretimlerdeki hata payları çok minimalize edildi.

Bunun insan üstündeki etkisi içinde geniş bir perspektife ihtiyacımız var diye düşünüyorum. Biraz daha çok insanların durumlar karşısında algı değişimlerini düşünüyorum ve genelde bu alandaki gözlemlerimi paylaşıyorum. "İnsan 4.0" diye tanımladığım bu konu, endüstrinin gelişimini yani ateşin icadı ve ya ilk aletin yapılmasından başlayıp, sanayi devriminde şaha kalkan, içinde bulunduğumuz uzay çağında artık ivmeyi yükselterek ilerleyen bir durumdan ibaret. İşte bu noktada biz insanlar sizce nasıl etkilendik?


Bu dönüşüm insan üstünde öncelikle bilgisel farklılık ortaya çıkardı. İnsanlar ilk versiyonlarında diye tabir edeceğimiz dönemde amaç hayatta kalmak diyerek yaşıyorlardı. İkinci nesil, haberleşmeyi çözdü, yazıyı buldu, alet geliştirdi. Üçüncü nesilleri bence sanayi devrimini yapanlar idi. "İnsan 4.0" ise yapay zeka, sosyal medya, IOT gibi durumlar ile yaşayan, teknolojiyi kitlesel nitelikler kadar kişiselleştirerek yöneten kısım oluşturmakta.

Biz insanlar geçen bu dönemlerde farklı bakış açıları geliştirdik. Toplumsal olarak, önceleri amaç hayatta kalmak iken, şimdi hayatını yaşamak şekline döndü. Bir arada olmak güç iken şimdi bir arada olmak etkileşmek oldu. Geçmişte çokluk fiziksel güç ifade ederken şimdi çokluk farklı bakış açıları ve bunlara bağlı ortaya çıkan gelişmiş üretim ve ürünler haline döndü.

15 Şubat 2017 Çarşamba

Düzen ve Değişim

Gözlemler, düşünceler analizleri gösterir.

Güzel bir değişim döneminde yaşıyoruz, dünya üzerinde 2. Dünya Savaşı ve sonrasında doğanları, onların çocuklarını, internete doğan çocukları ve sosyal medya çocuklarını taşıyor. Bence taşımak konusunda zorlanıyor.

Ufak tefek değil kocaman farklar ile yaşıyor bu bireyler.

Savaşı görenler savaştaki iteat dünyasında...
Çocukları savaşsız bir dünya için yaşamakta...
İnterneti görenler, bilginin gücünü hissetmiş, bilgi ile güçlenmekte...
Sosyal medyayı yaşayanlar, duyduklarına inanmadan önce görmeyi tercih etmekte...

Bütün bunlar için de bu grupların kendilerince farklı bakışları var tabii olarak. Mesela çalışmak ve yaşamak dengesl; kimisine göre yaşamak için çalışmak, kimisine göre çalışmak için yaşamak şeklinde.

Düşünün sizin için yaşamak nedir ?

Bir çok nesilden gelen farklı bakış açıları sonuç olarak çatışma demek. Ama mühim bir durum var ; bir grubumuz iteati çok mühim görmekte ama kişiye iteat etmeyi. Yeni nesiller ise yani bilgiye doğan nesiller, sadece bilgiye ve onun gücüne iteat etmekte.

Günümüz yaşamında çatışma ortada, bilginin gücü mu kişinin gücü mü?

Ben net bir şekilde bilgi diyorum çünkü kişinin gücü için savaşanlar 75 yıllık dünya yaşam süresinin 50-60 yılını doldurmuş, fani dünyada son güçlerini kullanan nesil olarak yaşamlarını sürdürmektedirler.

12 Şubat 2017 Pazar

Şiir okumak

Şiir okumak...

Bu metinde yer alanlar, son olarak karşılaştığım ve dinlediğim şiirlerde hissettiğim, şahsıma muasır bir eleştirinin paylaşılmasıdır.
Bu site de kendi kişisel görüşlerimi paylaşım yerdir.

Genel olarak üçe bölmek en mantıklısı gibi geldi bana;

1. Sahibinin okuması
2. Profesyonelin okuması
3. Sevenin ya da paylaşmak isteyenin okuması

Şeklinde sınıflandırmak bana en güzel geleni. Bunun ile ilgili örnekler de vermek istiyorum ama önce düşüncemi paylaşmak isterim.

Okumak için çok önemli bir şey var; o da şiirin "ruhu" ... Bunu bilen kimler var? Bence yalnızca sahibi, ona bunu yazdıran dünya size onun yaşadığını nasıl yaşatmış olsun ki. Çok güzel şairlerin çok derin şiirlerinde hissediyorum bir çok şeyi, hatta bir çok şeyi böyle düşünüyorum.

Şiirleri okuyorum, hissediyorum. Dinliyorum daha çok hissediyorum. Yaşamdan dinliyorum, daha da çok hissediyorum.

Kitabı elime alıp, onlarca kez okudum bir şiiri, bir de sahibinden dinledim. Bir orotoryoda dinledim, bir dizide dinledim.

Okuma ile ilgili bence en büyük sorun, şiire eşlik eden müzik ile öncelik farkı. Şiir okurken, müzik eşlik eder. Şarkı söyler iken şiir. Belki de en büyük hata budur benim hissettiğim. Bükülmüş, frekansı- tınısı değişmiş ses şiirin nüanslarını bırakıp kulak zarının yüzeyini tırmalama işine giriyor.

Bir de kendi ağzından dinleyin.

Attila İlhan 3. Şahsın şiiri

Sonra okurken atladığınız o "jezebel" kim bir de ona bakın tarihin en eski sayfalarından...

2 Şubat 2017 Perşembe

Meritokrasi

Bu sefer, siyasi bilimlerden bir noktada ufak bir bilgi paylaşmak istedim. Yönetim tiplerinin tartışıldığı dünyamız içerisinde, bir de farklı gözle bakmamız gereken durum var.

Yönetim şekillerini ilkokuldan beri anlatırlar, ülkemize Atamızın en çok yakışır gördüğü yönetim şekli "Demokrasi" şeklidir. Bunun bile kendi içinde şekilleri var. Örneğin, site devletlerindeki "tam katılımlı demokrasi" gibi herkesin her konuda fikrini belirttiği ya da bizim ülkemiz gibi "yarı katılımlı demokrasi" şeklinde bizim adımıza işleri hızlandıracak bir meclisin görev aldığı demokrasi türü.

Bütün bunlar dışında ütopik bir durumdan bahsetmek istiyorum; MERİTOKRASİ

Tek cümlede tanımlar isek; yönetmeyi hak edenlerin yönetmesi anlamına geliyor. Ama böyle bir şekilde bakınca durum biraz daha sert gibi duruyor. İktidarın kaynağı bilgi ve bilgiyi yönetmeye dayanıyor. Ama konuyu az derinden inceleyelim;


  • Kamu yönetimi: burada görev alacak kişinin, görev alacağı alanda yetkin ve bilgili olması şartı, buraya gelirken bunları objektif bir şekilde ispatlaması gibi bir durum mevcuttur.
    Örnek olarak; Osmanlı Devleti, Devşirme sistemi gösterilebilir.
  • Liyakat: kelime anlamı "yaraşırlık" (TDK'dan baktım) demek, sistemin özünü oluşturan mantalite budur.
Ufak bir manifesto ile bu sisteme bakacak olursak;

İngiliz Meristokrasi Partisi Manifestosu;


  1. Kayırmacılık yoktur: Ailenizin değil, sizin kim olduğunuz önemlidir.
  2. Yandaşçılık yoktur: Başkalarının sizin için ne yapabildiği değil, sizin ne yapabildiğiniz önemlidir.
  3. Ayrımcılık yoktur: Cinsiyet, ırk, din, yaş, geçmiş önemsizdir. Yetenek her şeydir.
  4. Eşit imkânlar: Herkesle aynı noktadan başlar ve yeteneklerinizin sizi götürdüğü yere gidersiniz.
  5. Tatminkar erdemler: En başarılı insanlar, en yüksek tatmine erişirler.

Demokrasinin okulda öğretilen tanımlamaları ile karşılaştırmak, bunları kıyaslamak ve halkın herkesimi için durumu gözetlemek de biz okurlara kalmıştır.

Liyakat üstüne Yusuf Has Hacib'den Kutagu Bilig'den seçmeler okumak için...
Parti üzerine okumak isteyenler için: Meritocracyparty

14 Ocak 2017 Cumartesi

Yaşamın önemi nedir?





Değerlendirmeler, insan yaşamının önemini tartışmak üzerine yapılınca güzel bir soru ortaya çıkıyor;
"Ömür denen bu süreç acaba nasıl bir süreç?"

Kişisel görüşümden biraz da objektif bulgulardan bahsetmek istiyorum. Öncelikle biraz tarih ile başlayalım.

Yaşamın ilk dönemlerinden başlayacak olsak, doğada tek başına bir insanın hayatta kalabileceği süre olgun bir yetişkinlik süresinin sonunu geçmez idi. Bunun ardına ortaya çıkan dönemlerde bu süre biraz değişse de son yüzyıla kadar çok büyük farklılıklar göstermemiştir. 
Savaşların olduğu dönemde, toplayıcılık olan dönemde, sanayi devrinde önce fiziklsel çalışmanın ön planda olduğu dönemlerde hayatın en kısa olan yönü geçen süresiydi.

20. yüzyıl ile birlikte ortaya bilim çıktı, makineler çıktı ve sonuç, yaşamımız uzadı. Bu dönemin sonunda ortalama 20-30 yıl kadar ömrümüz uzadı. Farklı bir istatistik ile bakacak olursak, menapoza giren kadınlar hayatımıza girdi.

Bugün için bakcak olursak, ortalama olarak 75 yıllık bir yaşama sahibiz. Bu sürecin ilk 2 yılı anne yanında, sonraki 3 yılı oyun alanında, ortalama 60. ayında okul mecrasında geçmektedir. Burada başlayan serüven, ortalama olarak 15 yıl boyunca okulda geçmektedir. Gençlik fırtınası geride kalırken, enerji biterken, daha düşünüp ben kimim demeden bir meslek seçip, onun izine gitmeye başlamış oluruz. Sonrasında toplum ve içgüdülerimiz bizi çoğalmaya iter, evleniriz, üreriz. Ortalama olarak 65 yaşında emekli oluruz, kalan 10 yılımızı da o çalışma süreci boyunca kazandığınız tahmini olarak hayatınıza minimal konfor katacağına inandığınız bir başarıya adım atmışsınızdır. Hayatınızın geriye kalanı ölümsüz olmak için yaşamınıza kattığınız en büyük miras olan çocuklarınız ve bu çalışma sürecinizde elde ettiğiniz ufak birikimleriniz ile geçer.

Burada ufak bir sorgu ortaya çıkmaktadır.

"Doğumun ilk anında nefes aldık, yaşadık, peki sonra o nefesi almayı sürdürdük mü?"

Hayat kısa ama benim düşünceme göre, yaşayabileceğimiz her şeyi yapabileceğimiz kadar uzun.

7 Ocak 2017 Cumartesi

Oranlar ve Orantılar

Hario V60, A seriously clean and flavourful cup.: Aslında genel olarak hayata bir tutam tuz katarak başladığımız "Türk Aile Yaşamından" yola çıkarsak, kurallara uymak yerine yorumlamak hepimizin daha çok işine gelen durumdur. Bazen de bu durumda biraz olsun kurallara uymak gerekir.
Deneme ve yanılmalar, tecrübeler ile sonuca varmak çok basit aslında.
Bir de olaya farklı bir yerden bakalım, kuralları ile kahve...

Tatlar, oran ile gelir. Kurallara prosedürlere uyarak elde edilir denir. Mesela, bir gram kahveye 15 gram su katararak orta dereceden bir kahve elde edersiniz. Ama yumuşak isterseniz 17 gram katın, sert isterseniz 12 gram, belkide sizin için ideal olanı 13 gramdır.

Uzmanlar 1 e 15 diyor bilelim ama...

Bu kuralların güzel bir tarafı var ama farkındaysanız. O da azda olsa sınırları görmenizi sağlar. Deneme yanılma yapmak için alanı daraltır. Mesela 1 gram kahveye 25 gram katarak aslında çok çok az esans alacağını baştan görürsünüz. Bu sayede ortadan başlayıp istediğiniz yöne girseniz damağınızı mutlu edersiniz.

Kuralları bilmek güzeldir, uymak konusun tartışmalı. Sonuçta kuralları yönergeleri biz çıkardık, ana "normal şartlar" hepimizde aynı olmadığına göre "NŞA"da biz biz değiliz.

13 Kasım 2016 Pazar

Renkli yaklaşımlar ile kahve...


Kahveye iki farklı tarzda yaklaşmak istiyorum. İlki bitter bir şekilde yetiştiği toprağın tadını alması ve bunun damakta bıraktığı o his. Tabi bunun için orta derecede kavrulmuş çekirdekleri demleme yöntemi için uygun şekilde öğütmek sonra onu içindeki aromayı bırakacağı süre boyunca su ile muamele etmek gerekir. Kısa bir tarif ile bakacak olsak, 300 cc'lik bir bardak için 20 gram orta çekim kahveyi, V60 ile 3 dk içinde süzülecek şekilde yaparak o bitter aromanın içinde kaybolabilirsiniz.


İkinci kısmı ise renkli kısmı bence. Burada aslında 3. nesil kahvecilikten öte, 2. nesil kahvecilik ön planda olabilir. Biraz şeker, süt, süt köpüğü kullanıp, güzel bir espresso ile birleştirerek çok güzel şeyler ortaya çıkartabilirsiniz. Birçok farklı tarif buluabilirsiniz ancak ben ufak bir kısmını aşağıda bir görsel ile paylaşmak istiyorum.

Afiyet olsun....

28 Ekim 2016 Cuma

Denge

Aslında İngilizce telafuzu da çok hoş bir şekilde ama en içten haliyle dengeyi düşünmek istiyorum bugün. Doğada denge, içimizde denge, içimiz ile dışımız arasındaki denge... Süregelen varlığın devamlılığı için yaşam ile ölüm arasındaki denge...

En basit yönüyle başlayalım; aracın dengesi var iken yolda gider, dengesi şaşınca yoldan çıkar ve kötü sonuçlara ulaşır.

Bir gün birisi gelir ve size sesli bir şekilde haykırır: "DENGESİZ" diye, düşündünüz mü hiç? Sizce nerdedir buradaki dengesizlik? Mesela o kişinin hayatındaki yerinizle ilgili bir oynama yapıp ona bunu tanıma fırsatı vermeyip o yolda çıkmışlığa soktuğunuzda o zarar gördüğü için öyle haykırmış olmasın.

Denge, yaşamın temeli dedik ya. Böyle aldığın nefes ile verdiğin nefes arasındaki dengeden, yediğinde harcadığın arasındaki dengeye kadar gider. Bütün bunlar sonra enerji olur. O enerjiyi bir dengeye sokman gerekir. İşte o zaman da  ilk adımı atarak dengelersin kendini.

Derin bir nefes alıp, bedenini en iyi hissettiğin pozisyona alıp sonrasında tek tek her hücreni, hücrendeki enerjiyi ölçmeye başlarsın. Sonra bedeninde merkez olarak gördüğün noktaya göre hesaplamaya başlarsın bunu ve en sonunda içindeki o dengeyi çözersin. Eksiği, fazlayı, düzeltilmesi gerekeni...

Denge kurmak için ilk adım yine kendini bilmek oldu anlaşılan...

8 Ekim 2016 Cumartesi

Kendimce Ufuk Açan Filmler...

Sabah böyle çevreye bakarken okuduğum metinlerden ilham alıp izlediğim ve cidden üstüne oturup düşündüğüm filmlerden örnekler paylaşmak istiyorum:
(Aslında en korsanından bütün filmlere link verirdim ama içimden gelmedi sadece fragman vereceğim, yorum yazarsanız link veririm.)

26 Eylül 2016 Pazartesi

Eski bir bilgisayar teknoloji: RSS

Benim için eğlenceli bir takip mekanizması olan RSS'i anlatmak istedim. Aslında pek bilen yok, ama gayet eğlenceli ve bir o kadar da iş yapan bir sistem.

Öncelikle RSS nedir ona cevap verelim:

Wikipedia'dan çarptığım tanıma göre, bir tür web sayfa bildirimcisi. Modern dille facebooktaki bildirimlerin pc versiyon. ( İsterseniz facebook arkadaşlarınızı da sayfalarınızı da ekleyebilirsiniz, denedim oluyor. )

Ne işe yarar?

Bir site, blog, haber kanalı, sosyal medya, video sayfası gibi bir konuda istediğiniz noktalardan güncellemeleri ekrana getiriyor. Sayfalara girmeden gerekli güncellemeleri görüyorsunuz.

Nasıl kullanırım?

FeedReader Arayüzü
İlk önce bir okuyucu programa ihtiyacınız var bunun için ben kendim sıklıkla kullandığım programı "Feedreader"i önerebilirim. Aşağıda linki olacak oradan indirebilirsiniz.


Kurulum zaten standart bir kurulum, program açık yazılım yani ücretsiz.
İçini doldurmaya gelelim işte burada keyfiniz devreye giriyor. Bir kaç örnek vereceğim:




Kaynak eklemek için sol üst köşedeki "Dosya" ya tıklayıp kaynak kısmına gelebilir ya da direk "F3" e basarak ekleyebilirsiniz.





1. takip etmek istediğiniz adresi yapıştırıp aratın.
2. Çıkan RSS yi seçin.
3. Tamama basarak ekleyin.






4. Eklediğiniz kaynağın adını kişiselleştirebilirsiniz.
5. Okunan ve okunmayan bildirimler görünmektedir. Burada okunmayanlar koyu renkli görenecek. Üstüne bastığınızda yandaki alanda içerik olacak ve siteye girmeden okuma imkanı bulacaksınız.

Programı indirmek için: FeedReader İndir 'e tıklayınız.

24 Eylül 2016 Cumartesi

Memeli Beyni Eğitimi 2: Mücadele Etmek

Aslında tam anlamıyla, "Doğru Mücadele Etmek" şeklinde düşünmek gerekli bu başlığı.

Birkaç farklı noktada açıklamak gerek doğru mücadele etmeyi:

Birincisi başarı istiyorsak üstün başarılı insanları incelememiz ve örnek almamız gerekli. Mesela onlar gibi 20 saat çalışıp 4 saat uyuyacağız. Arada ufak dinlenmeler ile dinç geçireceğiz günümüzü. 20 saatte ne mi yapacağız, aslına bakarsanız rutinler bile baya uzun bir zaman tutmakta. Dişlerini fırçalamak, yüzünü yıkamak, kahvaltı spor... En az 30 dakika kitap okumak, araştırmak ve öğrenmek ile geçmeli günümüz.

Başarılı olmak için ikinci bir durum ise zamanla kazanılacak bir yetenektir belkide. "Yorgun iken bir ilişkiyi doğru yönetmek" şeklinde düşünebiliriz. En uygunsuz sinirli stresli anda bile bir derin nefes alıp o ana konsantre olmak gerekir. Belkide bir özel harekat birliği üyesini örnek almak gerekli, çatışmanın ortasında hayatta kalmayı başarmak için.

Düşünme şekli biz insanlar için önemli bir algılama tarzıdır. Buna bir örnek olarak "Da Vinci"yi vermek istiyorum. Videodaki bazı noktalarda oluşturulan eserlerin sanatsal ve mühendislik yönleri arasındaki o uyumun sağlanması sadece insan zihninde ortaya çıkan yanılsamaların yönetimi ile şekilleniyor.

Bütün bunların yanı sıra bir insan olarak bilmemiz gereken iki niteliğimiz daha var: Ego ve Ölüm.

Ego, bizi var eden şeydir. Aynı zamanda kendi içimizde gelişmemizi engelleyen niteliğimizdir. Kontrol altında olmadıkça varlığımıza etkisi negatif olacaktır. Bunun için belkide bu memeli beyninin öncelikle kavraması gerektiği egodur. En basit örnek bir yerde en bilgili kişi oranın yerlisidir. Buna uymayınca, uzak diyarlarda büyük sorunlar yaşadığımız pek çok kez aklımıza gelir. Bazen bu sorun yer bulmaktır, bazen ise sorunlu bir enfeksiyondur. Mesela sıtmayı en iyi çözen doktorlar teknolojik olarak geri de olsalar Afrikadakilerdir.

Ölüm, bir memeli bedeninin ekolojik görevlerinden sonucusudur.Belki de sonuncusu değildir tam emin değilim ama bilinç için son görevdir ölüm. Hücresel değil de organizmanın bütünlüğünü yitirip geridönüşümsüz olarak son bulduğu durumdur. İşte bunu kabul ederek yaşamalıyız. İşte o zaman her nefesin değerini veririz, her nefesi sonuna kadar yaşarız. O zaman öğrenmemiz gereken şeyleri öğrenmek için az vaktimiz olduğunu anlayıp başkalarının bilgilerinden de yararlanmayı kendimize ilke ediniriz.

Belki de biz memelilerin beyinlerinin tek kusuru doğru yönde mücadele edemeyip, tükenmişlik yaşamasıdır.

17 Eylül 2016 Cumartesi

Hayat ve Eğitim Bağlantısı

Bazı noktalarının içinde bulunduğum, bulunurken bir o kadar mutlu olduğum bir sistemden bahsetmek istiyorum. Aynı zaman bu sistemin kurucularından birisinin de konuşmasını dinlemeniz için yazımın sonuna ekleyeceğim.

Hayatımın uzun bir dönemini ( iki ayak üstünde tam kontrolü kazandığım günden beri) okul ve eğitim ile ilişki içerisindeyim. Bu eğitim bana başta okuma yazma öğretmeyi amaçladı. Buraya kadar olması gerektiğine inandığım eğitim idi. Zamanla, matematik dediler, tarih, coğrafya falan dersler çoğaldı.
Bugün bir tıp fakültesinin son sınıfına gelmiş bulunmaktayım. Sistemi eleştireceğim bu yazıda ama farklı bir noktasını eleştireceğim.

Kendimi bildim bileli icra etmek istediğim meslek: "Bililmadamlığı" idi. Bunun için de yapmam gereken şeyi araştırdım. Sonuç; eğitim sisteminden kurtulmak oldu. Biraz daha kağıt kalemi eline alıp önce ateşi yeniden bularak başlamak anlamına geldi.

Eğitim sistemi bana destek oldu, aynı yardımcı ders kitabı gibi. Yeri geldi, çarpmayı kullandım, yeri geldi trigonometriyi. Ama hayal gücüm ile bunları birleştirince başarılı olduğuma inandım. Örneğim evde bir askı yapacağım, çünkü oraya bir çuval asıp üstüne bir şey çalışmam gerekli. Açılar, uzunluklar vs, vs... Her şeyi okulda öğrendiğim şeyle çözdüm. Ama asla onu orada kullanmam gerektiğini öğreten olmadı.

Dönemimizin getirdiği bir bakış açısı: oyun oynamak yerine oyuncakla oynamaya başlamak gerekli.

Aşağıdaki videoda, kurallarını bizim koyduğumuz bir dünyada, aldığımız eğitimi cisimlere aktarabilecek bir hayal gücümüze kavuşmamızı sağlar.

Bir ünlünün dediği gibi, herkes legolarla dünyasını kurmalı...

31 Temmuz 2016 Pazar

Memeli Beyni Eğitimi 1: Tutkular


"Ufak bir dizi ile paylaşmak istediklerim var, biz memelilerin beyinlerinde düzeltilmesi gereken duygular olduğuna inanıyorum bunlardan ilki ile yola çıkıyorum. Tutkulardan bahsedeceğim." 


Ufak bir bakış ile TDK'dan başlarsak, "aşırı düşkünlük" demiş bir yerde. Tutku bir şeyi aşırı düşünmek midir, tartışılır. Ama bir şeye karşı tutku duymak, onu düşünmek, öncelik vermektir. Burası hepimizin mutabık olduğu bir durumdur.


Bir başka açıklamasında ise; "güçlü istek ve eğilimin yöneldiği amaç" demiş. Bu daha da doğru bir tanımlama olabilir.

Biz memeli beyinlerine sahip canlılar, beyinlerinde seratonin, dopamin, histamin gibi maddeler ile tutku duyar. Bu maddelerin sinirleri etkilemesiyle ortaya çıkan bağlılık, düşünme, ilgi ve hafızayla bir duruma karşı tutku duyarız. Bu tutku tekrar düşünmeyi, üzerinde ilgili durmayı ve bu tekrarlarda derinliği arttırmayı sağlıyor.

Dünyayı algılama şeklimiz bakış açılarımızı, duyularımız ile şekilde görünen "homoculus" a benzer. Tattığımız şeyleri, dokunduğumuz şeyleri daha derinden hissederiz. Buna duysal yapımız denir. Bunlar beynimizin derinliklerin, ilkel bizden gelen dürtüleri tetikler. Bir zamanlar timsahlarında atası olan sürüngen yapımızdan, tavuklardan öncesine ait olan kuş atamızdan kalma parçalar sonunda bizim bulunduğumuz ileri organizma düzeyinde biraz dopamin, azıcık seratonin ve üstüne katacağı adrenalin ile tutkularda yaşatır bizi.

Hayata ait ufak bir bakış açısı ile, ilk metnin sonuna gelmiş olalım. Yan tarafta en basit hali ile beynimiz ve sinirler arası iletişimin sonuçları mevcut.

15 Temmuz 2016 Cuma

Mutsuz Olunca Yapılacaklar Listesi

Bu konuda araştırma yapayım dedim, lakin biraz bakınınca mutsuz olunca değil, zengin olunca yapılacaklar listesine ulaştığımı düşündüm. Mesela buna örnek verim:

Mutsuz iken gezilecek yerler: Malibu, California... Şöyle bir uçak bileti ne kadara gelir diye baktım, git gel 1 haftalık, 1 ay sonraya 7 bin tutuyor benim buradan. Sonra biraz daha mutsuz oluyor insan. Daha bunun vizesi, oteli bilmem nesi var...

Bu hayal bir kenara dursun daha gerçekçi çözümlere gidelim.

Saçmalayıp mutlu olmaya çalışan insanlardan bahsedeyim önce: uyuşturucu, uyarıcı, alkol madde kullanımı, kendini bilgisayarına vererek gözlerini bozanlar ile devam eden bir liste var. Biraz daha modernleşince, diziye kaptıranlar.

Dozunda güzel olan şeyler listesine dizi, kitap, bilgisayarı ekleyerek mutluluk listesine başlayabiliriz.
Bunun dışında biraz oksijen ekstra güzellik sağlar, az biraz spor yapsanız güzel olur mesela. Doğayla iç içe bir rota bakabilirsiniz. ( Rotalar için: http://tr.wikiloc.com/wikiloc/home.do ) Bunun yanı sıra bir kaç güzel kahveci çaycı arasanız, elinizde kitap ile güzel bir kaç saat geçirebilirsiniz.

Benim en büyük tavsiyem; dostlar ile geçirmeniz yönünde lakin. İnsanlar insanı en çok mutlu edendir. Sizi seven dostlarınız ile geçireceğiniz zaman dilimi en çok mutlu olacağınız zaman dilimidir.

11 Temmuz 2016 Pazartesi

Kişisel Gelişimde Son Nokta: Biriktirme Sanatı

Bence en güzel dalga geçilecek konu kişisel gelişim, bunlardan bir başlıkta "nasıl para biriktiririz?" konulu çalışmalar. Aslında sadece para değil, bilgi, tecrübe biriktirme yollarını anlatanlar var. Bende itina ile bu konularda bir anlatımda bulunacağım.

Öncelikle elinize kişisel gelişim kitapları almayı bırakarak başlıyoruz birikimlere...

1. Hayal kurun...
2. Hayalinizi genişletin...
3. Hayalinizi gerçekleştirmek için tasarılarda bulunun...
4. Hayaliniz için var olmayın, hayallerinizi gerçekleştirdikçe mutlu olun...


Dünyada aşık olunacak tek şey insandır. Geriye kalan aşklar önemsizdir. İnsanlarda bir sevgi yumağı olamadığına göre, orayı tartışmaya girmiyoruz. Geriye kalan kısımlar için bakacak olursak, hayaller bile zamana mekana göre değişebilir şeylerdir.
Biriktirme sanatı dedim ya, biriktireceğiniz tek şey başarabilme yeteneğiniz olmalı bence. Hayal kurabilme gücünüz olmalı.
Bir tanesi suya düşünce depresyon krizine girip, üç beş yıl dünyadan uzak yaşayan insanlar haline geliyoruz. Yetmiyor, iletişimden kopuyoruz. Yetmiyor, insanlara zarar veriyoruz. Vazgeçmeyi öğretemediler bize, vazgeçmenin bazen daha karlı olduğunu nasıl öğretecekler ki. Hayallerden de vazgeçerek biriktirebiliriz.

Önemli olan sahnede dans etmek, düşünce ağlayan olmak değil, ayağa kalkıp devam eden olmak...

9 Temmuz 2016 Cumartesi

Dönüşüm

Başlığı Franz Kafka'dan çaldım içerik bana ait ama...


Günümüz koşullarında insan bedeninde 200 farklı hücre, 300'e yakın kemik, dünya üstünde iki turluk kement oluşturacak uzunlukta kan damarı, içinden akan tahmini 5 litre kan ile mecvut iki ayaklı bir yaratık oluştu. Memeliler familyasından olan bu yaratık, bir replikte de belirtildiği gibi davranışsal olarak "virüs" özelliği göstermekte ve tüketici bir parazit halini almaktadır.

Buradaki dönüşüme ise neredeyse deniz seviyesinden vakıf olduğum tarih bilgim ile bakacağım;

Öncelikle ilk benlik kazanmış insan varlığı (Adem-Havva benim için bu mantık içinde yer alıyor, evrimsel bakış, gelişim basamaklarının getirdiği bilimsel açıklama buradan geliyor diye düşünüyorum.) çoğalma ve hayatta kalma içgüdüsü güttü. Az yiyecek döneminde çok sevişme, kontrolsüz çoğalma, dürtüler, toplanan artıklar, yırtıcı hayvanlar, silah-ateş-tekerlek-yazı-mürekkep-barut... derken günümüz dördüncü sanayi devrimine geldik.
25 yıla yakın bir zaman dilimi barındıran 3 boyutlu yazıcılar, bugün evimize giren geçmişi 20 yıl önceye dayanan sanal gerçeklik gözlükleri, telefonlarımızda gururla yarıştırdığımız ama 2. Dünya Savaşından önce kullanılan çözünürlük değerleri olan fotoğraf makinelerimiz ile üsteki yaşamak için tüketmek değişimini yaşadık.

Günümüz dünyası; plansız yaşayan, hatta yaşayan demek yerine yaşatılan yönlendirilen ve yarıştırılan biz insanlarla dolu.

Ufak bir test yaparak yazımı bitirmek istiyorum;

En son ne zaman kendiniz için bir şey yapmak amaçlı saatin kaç olduğuna baktınız?

24 Haziran 2016 Cuma

Planlı Yaşamak ve Kazançları

Hayatımdan bir parçayı aktarmak istiyorum yine, ama bu sefer güzel bir sözüm de var:

Carpe Diem....

İnsanların anladığının dışında bir anlamı var benim için ve bende o anlamı ile size bu sözü aktaracağım.

Planlı yaşamak: tam bir tablo, yanında saatler, günlük ilerleme miktarı, bunun olasılıkları, kazanımları, ödülleri cezalarıyla olan bir sistem hayali olsa gerek çoğu kişi için.
İlkokulda rehberlik servisinin verdiği içinde günlük 18 kutucuk bulunan 7 günlük plan cetveli gibi. İçine tuvalete gireceğiniz saatten tutunda, banyo yapacağınız saate kadar yazdığınız sonra daha ilk günden uyamayıp tüm motivasyonu çöpe attığınız o planlardan bahsediyorum.

Ben kendimi planlı yaşayan birisi olarak görüyorum, ama yukarıdaki gibi değil. Tahminen 13 yıldır ajandam var, içinde sürekli bir şeylerim olmasa da en azından gerekli durumlarda doldurma imkanı bulabileceğim bir defterim mevcut. Bunun dışında, her sene telefon numaralarımı kaydederdim. ( Geçmiş zamanda çünkü, büyüdüm bilgisayarım oldu, internette kendimce sistemim oldu artık digital olarak yazıyorum, ha şu eski ev telefonları da duruyor eski ajandalarım  da)

Kimi zaman bir aylık planlardım hayatı, sınavlarımı yazardım. Toplantılarım olurdu onları yazardım, sonra onlar için ön çalışmalarımı yazardım. Hazırlanırdım yani.

Şimdi ise günlük kağıtlarım var, yapacaklarımı yazıyorum, yapamadıklarımı da yazıyorum.

Planlı yaşıyorum diyorum ya; plan dediğim şey aslında bitmesi gereken işlerimi ve ne zamana biteceğinden ibaret. Canım isteyince sahilde yürüyorum, balkonda kahvemi içip kitabımı okuyorum, uzun uzun bilgisayarda vakit geçiriyorum ama hedeflediğim noktaya varmak için küçük küçük de olsa vakit ayırıyorum.

Kitabın tamamında yazan fikirlere katılmasam da "Tembellik Hakkı" diye bir hakkımız olduğunu, dünyanın sadece bir yarıştan ibaret olmadığını ve zamanın kazanılması gereken bir savaş değil de edinilmesi gereken bir dost olduğunu unutmadan planlı yaşamalıyız. "Carpe Diem" sözünün de anlattığı gibi, her nefesi hakkıyla solumalıyız.

Sonuçta ömür yapabileceğimiz her şeyi sığdırabileceğimiz kadar uzun.

Kitap( Tembellik Hakkı ) hakkında ufak bilgi almak isterseniz.

12 Haziran 2016 Pazar

Bireyselcilik

Kısa kısa bir kaç yazı yazarak bu konuda fikirlerimi paylaşmak istiyorum:

Yabancıların deyimi ile "İndividual" yani kişinin kendisinin obje olduğu, temelde kendi merkezli olan bir durum, değer yargısı olarak nitelendirebiliriz bireyselliği. Tekil bir yaklaşım aslında, bu tekil yaklaşımın kökeni büyük ihtimalle 15. yüzyıla kadar dayanıyor.

Biz insanlar aslında evrimsel olarak topluluk canlısıyız. Varlığımız doğada tek başına var olabilecek kadar güçlü değil, birlikte iken aklımızı da ekleyerek durumların üstesinden gelip başarıya ulaşan insanlar oluyoruz. Zamanla ilerleyen devirde aslında başarıya zekamız ile ulaştık, tek başına hayatta kalmaya çalışma çabalarıyla nehirler, dağlar, okyanuslar aşan insan artık toplum gözünden önce bireyi düşünmeye başladı.

Toplumun bir kişi için olduğu yıllarda Magna Carta ile ilk darbeyi bir kişinin yönetimine vuran insanlık, Fransız devrimi ile ortak düşünceyi perçimledi. Günümüz dünyası ise bir adım öne giden bir düşünce içerisinde ve bu düşünce 1990-2000 döneminde dünyaya gelip bu dönemin anlayışıyla yetişmiş olan bizlerin dünyaya bakış açısını değiştirdi.

Kişisel yayınlar, artan iletişim ile; orta çağ ardına bir bilim adamının her alanı öğrenmesinden öte herkesin tek konuda uzmanlaştığı bir dünyaya gelmiş olduk.
Bunun yanı sıra herkesin fikrini başkalarının sansürüne takılmadan paylaştığı bir dünya da doğmuş oldu böylelikle. Tabi bunun getirdiği zararları da unutmamak gerekli, düzensizlik kaos anarşi gibi durumların artması ihtimali de var.

Ancak savunduğum görüş tek bir şeyi söyler; düşünen kişiler her daim kazançtır. İnsanlar düşündükçe, düşündüklerini aktardıkça, aktardıklarını tartıştıkça, fikirlerini analiz ve sentezden geçirip bir sonraki adıma geçebildikçe biz ilerleyeceğiz ve kaostan, anarşiden ve terörden kurtulacağız.

Ama öncelikle korkmadan söylememiz gerekn bir şey var; bireyselcilik, önce kişinin varlığını ve kendini geliştirmesini, bu sayede toplumdaki ilerlemeyi ve kendini geliştirmesini sağlar. "Ben" olmadan bir sonraki adımların hiç biri olmaz.

Kalıcılık ve Sonsuzluk

Bu sefer farklı bir konudan bahsetmek istiyorum. İnsanlarla sohbetlerimde çok sık denk geldiğim bir mevzu olan; "Ben yazıyorum ama kimseye okutmuyorum." savında bulduğum hatadan.

Kendi görüşümden bahsetmek istiyorum öncelikle;


Bana göre, "dünya üstünde bir simyacının bulabileceği en önemli şey, demiri altın yapmak ise ve bunu bulan birisi bulduğu formülü bir kağıda yazsa, sonra o kağıdı bir sandığa koysa, sonra o sandığı saklasa bir sır olarak ve kimseye söylemeden ölüp gitse, sandık yansa, her şey silinip gitse bu formül var olmuş mudur?" sorusunun cevabı olmamıştır olacak.
Bütün bundaki tek görüşüm, paylaşıp ortak mirasın içerisine ekleyemediğimiz şeyler aslında var olan şeyler olmuyor.
Aynısını yazmak üstüne de söyleyebilirim. Her insan edebiyatçı değildir, amatörde olsa duygularını aktarma çabasında olabilir. Görüşünü belirtmek isteyebilir. Makale, fıkra, deneme, öykü hatta şiir yazabilir. Bütün bunları içerisinde bulunduğu duygunun en naif hali ile de yapabilir ancak sonuç olarak bu duyguyu insanlara aktarmanın yolu paylaşmaktır. Yani yazıyorum bir kağıda ama kimsenin okuyamayacağı bir yerde muhafaza ediyorum diyen insan sadece yazarak düşünüyordur benim için.


2 Haziran 2016 Perşembe

Türkiye ve Değer Algılar 3

Ülkemizde "İnsan Hakları" ve insanların birbirine saygısı üstüne bir kaç örnek veriyor çalışma aynı zamanda:

En basit yorumu ile aslında yıllar içinde gösterilen değerin arttığı ortadadır. Ancak bunun nedenini de sorgulamak gereklidir. 2001 yılından günümüze geldikçe artan iletişim ağı, halkın bilinçlenmesi, kullanılan savunma yöntemlerinde artış ve Avrupa İnsan Hakları komisyonlarına uzanan bir çitada ilerlemenin ortaya koyduğu bir sonuçta olabilir.

Ülkemizde "Saygı" önemli bir konu haline gelmektedir. Bunun bir yönü olan çevreye karşı hoşgörü ile ilgili olarak "Komşunuz olarak kimi istemezsiniz?" şeklinde bir soruya cevaplar ise:

Yukarıdaki grafiğe bakınca cinsel ayrımcılığın hala bir korku olduğunu, ancak siyasi görüş konusunda bir hoş görü doğduğunu savunabiliriz. Zaman insnalar arasında ırk, dil, cinsel istek, memleket durumu üstünde farklılık oluşturamasa da siyasi görüşleri üstünde oluşturabilmiş.

Bu grafik aslında ülkemizin geçmişi ile bugünü arasında farklılık göstermektedir. Ülkemiz uğrunda canını feda eden dedelerimiz tarafından kuruldu. Bu kişiler evleri, komşuları, mahalleleri, vatanları için savaştılar ve birlik içinde bir zafer kazandılar. O dönemden günümüze çok büyük bir yol aldık. Bu süreç içerisinde ülkesi için yaşayan insanların sayısı gitgide arttı. Ancak şu anda bir gerçek var, yukarıdaki grafik de göstermektedir ki son dönemde bu inanç gitgide düşmektedir. Buradaki birlik ve beraberlik durumunu yıkan ve bireyselleşmeyi yanlış yorumlatan konu üstünde de düşünmek gerektiğini göz ardı etmemeliyiz.


1. yazı: http://zortuk.blogspot.com.tr/2016/05/turkiye-ve-deger-alglar-1.html
2. yazı: http://zortuk.blogspot.com/2016/05/turkiye-ve-deger-alglar-2.html

Kaynak: http://www.bahcesehir.edu.tr/icerik/1725-turkiye-degerler-atlasi-2012-yayinlandi

31 Mayıs 2016 Salı

Türkiye ve Değer Algılar 2

Önceki yazıya devam edelim:

Sıradaki grafik ülke yönetimine halkın bakış açısını ortaya koyuyor:

Ülkemizde ortaya çıkan krizler, değişine yönetimler ve bu yönetimlerin ortaya koyduğu yönetme şekillerinin bir sonucu olarak güvende yıllar içinde değişmektedir.

Buna rağmen kabul edilir tek bakış açısı, 2001 yılının krizinin getirdiği güven kaybı ve sonrasında farklı bir bakış açısı arayan ülkenin ortaya koyduğu refleks sayılabilir.
Geriye kalan yıllardaki tablo ortalama düzeylerden çok farklı bir yapıda seyretmemektedir.

Bir başka yönden önemli bir konuyu irdelemek gerekli. Ülkemizde işlek sokaklarda sık karşılaştığımız toplu dilekçe imzalama ve bununla kamuoyu oluşturup algıyı yönlendirme isteği mevcut.

Yandaki grafikte ise toplu dilekçe imzalamak üstüne ülkemideki yıllara bağlı değişen tutumu görmekteyiz. Mavi olanlar "imzalarım" diyenler, kırmızı olanlar "gerekirse imzalarım" diyenler ve sarı olanlar ise "kesin imzalamam" diyenleri göstermektedir.
Toplu hareket etme bilincinin göstergesi olarak görmediğim hatta bence bireyin devlete karşı gücünü gösterme aracı olmayan bir konuyu ben toplumun hareketi olarak değerlendiremiyorum ne yazık ki. Bunun yanı sıra değişen kanunlar bu tip eylemlerde ne tür sonuçlar doğurur onu da sorgulamak gerekli. ( Bu alanda daha önce okuduğum toplu dilekçe verildi diye haklarında soruşturma açılan insanlar olması nedeniyle toplu dilekçe verecek arkadaşların kanunu okumalarını öneririm.)

Bu da ülkemizin can alıcı gerçeklerinden bir tanesi, ülkemizde siyasal görüşün "Sağ-Sol" düzemindeki yeri.

Genel anlamda bakınca ülkemizde sol görüş bulunmamakla birlikte ülkecek aynı tarafa bakan sert ve yumuşak insanlar olarak yorumlanabilir.
Bütün bunların yanı sıra bir de yıllara göre daha "sağ"cı bir nesil yetiştiği de ortadadır.


Tabi bu yönetim şekli içinde ülkemizdeki demokrasinin durumu da sorgulanmaktadır. Burada "Demokrasi arzı" yani "Ülkemiz bugün ne ölçüde demokratik yürütülüyor?" sorusuna verilen cevap 6.39/10 iken "Demokrasi Talebi" yani " Sizin için demokratik bir yönetime sahip bir ülkede yaşamak ne kadar önemli?" sorusuna yanıt ise 8.53/10 olarak nitelendiriliyor. Bu durumda 2.14'lük bir değerde demokrasi açığımız bulunmaktadır. Yani daha çok yolumuz var hayallerimize varmak için diyebiliriz.

1. Yazı: http://zortuk.blogspot.com.tr/2016/05/turkiye-ve-deger-alglar-1.html

Kaynak: http://www.bahcesehir.edu.tr/icerik/1725-turkiye-degerler-atlasi-2012-yayinlandi

30 Mayıs 2016 Pazartesi

Türkiye ve Değer Algılar 1

Bugün sizlere ülkemizin algıları ve algılar ile değerleri arasındaki ilişkiyi anlatan çok büyük bir çalışmanın 2011 yılı vergilerini anladığım kadarıyla aktarmaya çalışacağım. Buradaki amaç toplumun yapısal durumu ve bu yapısal durumun ortaya koyduğu sonuçları:

Çalışma; "Dünya Değerler Araştırması 1981-2011" isimli bir çalışma ve ülkemizde yapılan kısmını Bahçeşehir Üniversitesinden Yılmaz ESMER üstlenmiş. Ortaya çıkan yayının 2011 ve 2012 verilerini paylaşacağım sizlerle...

Bu çalışma, 1981 yılında 25 ülkede yapılmaya başladın. Dünyanın geniş kapsamlı sosyal bilimler projesi olarak nitelendirilmektedir. 1991, 1996, 2001, 2006 da tekrarlanan çalışmanın sonun yayını 2011-2012 yıllarında ortaya çıktı. Bu çalışmaya şu ana kadar en az bir kez katılan ülkeler ile dünya nüfusunun %90'ı değerlendirilmiş oldu.

Bu çalışmanın amacı, toplumun temel dinamiklerini ortaya koymak ve değerlerinin karşılaştırmalı saptanmasını sağlamaktır.

İlk istatistik verisi "Temiz Toplum" üstüne ve burada toplumun güven duygusu ve yolsuzluklar üstüne değerlendirme yapılmıştır.






Ülkemiz tablounun sol tarafında bulunmaktadır. Ufak bir yorumda bulunacak olursak güven oranı düşük ama vatandaşları tarafından temiz olarak nitelendirilen durumdadır.








Bir başka istatistiki veri de ülkemizdeki mutluluk oranı ve yıllara göre değişimi üstünden ortaya çıkmıştır. Soruya verilen cevaplardan "çok" ve "biraz" olanlar mutlu, "pek değil" ve "hiç değil" olanlar ise mutsuz olarak nitelendirilmiştir.


Sıradaki grafik ise "Yaşamdan memnuniyet" konusunda bilgi vermektedir. Yıllara göre insanların hayatlarından memnuniyeti 1'den 10'a kadar numaralandırılmıştır.


Yandaki grafik, ülkemizin endişe durumunu göstermektedir. 1. sütun hayat pahalılığını, 2. sütun çocukların eğitimini, 3. sütun bir terör saldırısını, 4. sütün işini kaybetmeyi ve işsizliği, 5. sütun iç savaşı, 6. sütun telefon ve postaların izlenmesi konusundaki endişeyi ortaya koymaktadır.
En basit yorumu ile "Mazlov'un ihtiyaçlar prtamidi" kıvamında bir veri toplandığı düşünülebilir. Temel ihtiyaçlarımızı karşılamak için kullanacağımız argüman olan para ve parayı kullanma gücümüz en büyük endişemiz, özel yaşam gizliliği konusu ise rahatlık duyduğumuz alan olarak değerlendirilebilir.

Sıradaki grafik orduya duyulan güven konusunda:

Bu alandaki araştırma sonucu da yıllar geçtikçe güvenin azaldığını göstermektedir. Bunun yanı sıra araştırmanın ilerleyen bölümünde biraz daha ayrıntılı veriye rastlamaktayız. Bu veri de ülkenin doğusuna gidildikçe güvenin daha çok azaldığını özellikle Güneydoğu Anadolu Bölgesinde güven oranının %43'leri gördüğünü söylemektedir.

Yazı daha çok uzun olmasın diye bu konunun diğer bölümlerini diğer yazılarımda değineceğim.


Kaynak: http://www.bahcesehir.edu.tr/icerik/1725-turkiye-degerler-atlasi-2012-yayinlandi

28 Mayıs 2016 Cumartesi

Algı Yönetimi Serisi; Kontrol yöntemleri

Öncelikle bir tanım yapmak gerekli, insan bedeninde ve zihnine hükmetmek için bir şekilde yönlendirmek gerekir. Bunun global versiyonu olan algı yönetimi üstünde biraz derinleşip bir kaç algı yönetim tipine bakmak istiyorum.

Ama bunlardan önce bir köşe yazısında denk geldiğim ve bu alanda önemli gördüğüm bir sözü paylaşmak istiyorum:

İnsanların algısını değiştirerek “gerçekte olmuş olanı” istenilen doğrultuda “yeniden oldurmak” algıyı yönetmektir.

Bütün bunlar ışığında farklı yöntemlerden bahsedebilir:
*not: bu yazıyı anlatırken herhangi bir kurumun adını vermek istemiyorum ancak günümüz olay ve olgularından örnekler kullanarak yaşayan bizlere farklı bir bakış katmak istiyorum.


1. Saldırma: yıllar öncesi hatta devirler öncesinin klasik bir felsefesi olan en iyi savunma saldırıdır savı bunu en kolay açıklayan cümledir. Birçok siyasi yönetim tarafından dünya üstünde sürekli kullanılmaktadır. Pratik bir mantıkla, halkın algı derinliğine bağlı olarak fikrin doğruluğu ya da yanlışlığı aranmadan karşı tarafı bir savunma yükümlülüğü içerisine sokmak bunun ilk adımıdır. Günümüz Türkiye'sinde kullanılan bu yöntemde durum isterse yalan bile olsa fikrin durumu açıklığa kavuşturuluncaya kadar "algı yönlendirmesi" tamamlanmış olur.
 Peki bu durumda nasıl bir yöntem izlenmeli diyecek olursak; aynı yöntemle karşılık vermek gereklidir. Bunun bir savaş olduğunu varsayalım, size saldıran kişi kılıçla bir darbe salladığında ona karşı bir kılıç kullanabilirsin ama bu size saldırmada pek yardımcı olmaz onun için kılıcı kalkanla değil kılıçla savurmak gerekir.

2. Korkutma: bu aslında gücünü göstermek, aba altından sopa göstermek gibi bir durumdur. Zaten yönlendirmede büyük sorun çekmeyeceğiniz bir kitle varsa bu kitleyi buraya kanalize edebileceğinizi gösterebiliyorsanız rakibiniz olan fikri savunanları korkutarak geri çekebilirsiniz. Bu ülkenin yapılanmasından bir örnek ise, devlet desteği alan kişilerden desteğini çekme iddasıdır. Bu yöntem ile istediğiniz fikri yok edebilir ya da kabul ettirebilirsiniz.

3. Saptırma: olayları çeldirici yorumlar ile farklı noktalara götürüp orada yorumlanmasını ve istediğiniz ana fikrin elde edilmesini sağlayabilirsiniz. Yıllardır mahalle aralarında yerlerde oynana "bul karayı, al parayı" oyunu bu alanda yapılan güzel bir egzersizdir. Farklı deneylerde de gösterilen durumlar var, bir kaç kişinin toplanıp tek yöne baktığı ortamda ortama yeni gelen kişinin de baktığı yön aynıdır.

4. Rıza Yöntemi: insanı kendi isteğiyle bir konuya razı etmektir. Bu alanda farklı bir bakış da "marka sadakati" olabilir. Bir tür holiganlık olarak da nitelendirilebilir. Bu durumun ileri halidir. Ülkemizden örnekler verecek olursak; seçimlerde oy kullanma şekli, insanları dil-din-ırk ayrımına göre değerlendirip ortak paydada buluşmaya çalışmak, ortak payda ararken doğruluktan değil bağlılıktan faydalanmaktan söz edilebilir.
Bütün bu durumda kişi neyi neden seçtiğini bilmez, tercihini sorgulamaz, bağlılığı ve biat kültürüyle kabul eder.


Bilgi birikimime derlemeleriyle, düşünceleriyle destek olan arkadaşlarımdan ve yazısını beğendiğim bu metinden edindiğim bilgileri sizlerle paylaştım. İlerleyen dönemlerde daha derin bilgiler de ekleyeceğim bu konuya. 

25 Mayıs 2016 Çarşamba

Algılarımız ile biz...

Bu sefer farklı bir konum var. Aslında popüler bir konu aynı zamanda. Bu konuyu popüler yapan şey ise modern çağ, aslında bizim ilgimizi isteyen her şey...

Çeşitli sözler vardır ya, mesela; "Televizyon, insanları şirketlere satan bir cihazdır." gibi. İşte oradan bir şey anlatmak istiyorum. Ya da yıllarca sırasında oturduğumuz okulun bize taktığı gözlüğün gerçirdiği görüntü dalgasının getirisini anlatmak istiyorum.

Konu "Algı Yönetimi", olay insanı ya da toplumu yönlendirmek. Aslında önce sizlere bir video göstermek istiyorum:


Ted videosunda bir mühendis gözünden dünyayı anlatıyor Zeynep Sarılar. Kendisi bir teknoloji firmasında yönetici olan iş kadını. Bu yapısının getirdiği nitelikler ile, ekibini belli bir hedefe yönlendirmesi gerekli ve bu noktada algısını insanlara aktarmalı. Bunu yaparken dünyadan edindiği bilgi ile mesleğini karıştırarak sonuca varıyor.

Farklı bir noktadan bakalım; modern siyaset, politika, eğitim hatta gıda bilimi bile artık bu durumda. Bir marketin reyonlarında gezerken alacağınız ürünler ve bu ürünlerle ilişkili ürünlerin dizilişi, fiyatlandırılması bile ufak oyunlar içeriyor.
 Yandaki resim en basitinden bir örneğini içeriyor ve böyle bakınca zeka dolu hamleyi görüp gülümsetiyor.
Az daha çevremize bakmaya başlayınca dünyanın bunlarla dolu olduğunu görüyoruz. Televizyonda dolaşan reklamlar, markete adımınızı atınca ilk karşınıza çıkan reyon, büyük bir mağazadan çıkmak için her yeri dolaşmanızın gerekmesi, birilerinin meydana çıkıp halka "algı operasyonu yapıyorlar sizi şu yöne çekiyorlar" deyip o yönü kötü gösterip öteki yöne kaydırmaya çalışması bunların küçük örnekleridir.

Şimdi bir durup az çevrenize bakın, masanızı neye göre düzenlediğiniz, bilgisayarınızdaki dosyaları nasıl sınıfladığınızı düşünün. Bütün bunlar sizin algı yönteminizle ilgili.

Videoda geçen güzel bir örnek, aldığınız bardağın tipi bile sizin zihninizle ilgili bir durum.

Bir de modern zamanın satıcılarının size fikirlerini nasıl sattığını düşünün, onlar bu alanda çok derin bilimsel araştırmalar yapmış kişilerdir. Hatta çok çeşitli kurumlar ile durmadan aranızda verilerinizi topluyorlar. Hepimizin bildiği en klasik yönü ile internet sitesinde gezerken karşımıza çıkan reklamların son aramalarımız, mesajlarımız hatta smslerimiz ile ilgili olması birer örneğidir.

Şimdi benim ilginç bulduğum ve bu alanda kendimi sürekli kontrol etmeye çalıştığım bir örnek daha vereceğim; fiyatlandırma...
Fiyat etiketleri, öyle güzel ayarlanmıştır ki... 99,99 yazıyor, kasada 100 ödersiniz, aklınızda onun fiyatı 2 haneli kalır. Sizin için fiyatın büyüklüğü, birler, onlar, yüzler, binler üstünden gider. Ne de olsa zenginliğe milyoner, milyarder demiyor muyuz? Dokuz milyoner diyeni hiç duymadım.

Ödeme yaparken de etikete bakarken de bakış açımız aynen böyle işleyip oradaki o yüzde birlik fark ile bizde çığır açtırıp analiz yeteneğimizi kısıyor. Hatta ben bunu o kadar sık yaşıyorum ki, Dur bak onun fiyatı bu deyip kendimi durduruyorum.

Düşünün siz kaç kere kendinizi frenlediniz...

24 Mayıs 2016 Salı

Kahve Deneyimleri

İnsanların en çok tükettiği sıvılar arasında gelen ve benim en büyük zevkim olan kahveden söz etmek istiyorum bu sefer. 

Çok çok eskilerde Habeşistan'dan dünyaya yayılmış olan, o dönemde sadece suda büyük partiküllerle ısıtılan ve servis edilen içecek zamanla daha ince çekim ve farklı pişirme teknikleri ile yapılmaya başlandı.

Dönenceler arasında yetişen güzel birer yeşillik olan kahve, yüksekliği, toprağın yapısı, beslenmesi ve hasadından sonraki işlemleri ile tadına kavuşur. Sonrasında usta ellerde kavrulan ve doğru şekilde çekilen kahvenin, sevilen yöntemle doğru bir şekilde pişirilmesi ya da demlenmesi gerekir. Ha bu da yetmez bir de bunun yanı sıra içmeyi de bilmek gerekli.


Dalında bir kabuklu meyve olan kahve, toplandıktan sonra gün ışığıda kurutulur ve kabuğundan ayrılarak çekirdekleri elde edilir. 


Temelde iki farklı çekirdeği düşünerek yola çıkabiliriz; arabika ve robusta çekirdekleri. İlk olarak arabikayı düşünecek olursak 800-2000 metre yükseklikte yetişirler. Robusta ise daha alçak düzeyde 0-600 metre arasında yetişir. Bu yükseklik farkları doğal olarak tatlarına ve aromalarına etki etmektedir. ,

Piyasada çok fazla çekirdek ve bu çekirdeklerin özelliklerinden bahseden site var. Bunun yanı sıra nesil nesil kahveciler ve bunların pişirme teknikleri var. Ben ise klasik bir tadımcı olarak yeni nesil kahvecilerin mentalitesini seviyorum, 2. nesil kahvecilerin yapısını. Güzel kahveyi güzel bir yerde keyif alırken içmek en güzelidir benim için. Bunun için de sadece kendime ait bilgileri paylaşacağım.


Tabi bütün bunlara girmeden önce klasik bir kaç yönünden bahsetmek istiyorum kahvelerin:

İçeriği; temelde kafein aklımıza gelir bu noktada. Kafein doğal alkoloiddir. Doğada kakaonun içerisinde bulunur. İnsan beyni üstünde uyarıcı etkisi mevcuttur. Bu etki, uyanıklık, kalp hızında çarpıntıya varan artış, terleme, titreme, sinirlilik düzeyine çıkabilir. Her madde gibi bunun da insan bedeninde toksik olma olasılığı mevcut ve bu düzeye gelince ölümcül etkileri de ortaya çıkabilir. Genellikle 30 bardak filtre kahvenin bu düzeye getirebileceğini söylemektedirler.
Ürün Kafein her 100 ml

Kahve(Filtre) 60 mg
Kahve (kuru) 42 mg
Çay 28 mg
Kola 13 mg
Bazı noktalardan bakarsak, temelde tükettiğimiz ürünlerin kafein miktarları yukarıdaki gibidir.
Kafeinle ilgili atlanmaması gereken özelliklerden birisi de diüretik etkisidir; yandaki şekilde görüldüğü gibi.
Bu etkinin önemli sonucu biz insanların zaten az tükettiği suyu daha da azaltarak vücuttaki su oranını düşürmektedir. Bu konuda da dikkatli olunmasını öneririm.
Bundan sonraki yazılarımda kahve çekirdekleri ve öğütme, kahve türleri ve kahve kabuğundan çay konularında paylaşımlarım olacaktır.